Sayfalar

18 Kasım 2008

CHP'de "Değişimin Pusulası": Kara Çarşaf mı?! ...

Geçen salı gazetelerde fotoğraflı bir haber yayımlandı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, İstanbul’da “kara çarşaflı” bir kadına törenle altı oklu CHP rozetini taktı. (Bu konudaki fotoğraf ve haberler, geçen salı günü Vatan’da ve Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın köşesinde yayımlandı.)
Kara çarşafa Baykal tarafından parti rozetinin takılması işlemi, CHP İstanbul İl Başkanı’nın şu sözleriyle tamamlanıyordu: “Üniversitelerde türban özgürlüğü istiyorum!” İl Başkanı’nın AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe sayan ve Parti’nin hiçbir yetkili organında konuşulmayan türbancı tutumu, Baykal tarafından kara çarşafla bayraklaştırılarak onaylanıyordu.
Tüzük ve Program değişikliğine gitmekte olan ve yeni Programını “Değişimin Pusulası” adıyla kamuoyuna açıklayan CHP, anlaşılan kara çarşaf ile gerçek bir değişime imza atıyor... Daha doğrusu Değişimin Pusulası kara çarşaf oluyor. Baykal, CHP’yi çarşaflı başkalaşma noktasına taşıyor.
***
Aslında CHP, 10 Kasım’da kara çarşafa altı ok takma noktasına bir günde gelmedi. Parti, 2003’ten bu yana, adım adım artan bir oranda ve çok açık bir biçimde sağcılaşıyor.
Yapılan 2003 Tüzük değişikliği ile Baykal’ın değişmezliği gerçekleştirildi. Sonra, suçları yalnızca Kurultaylarda Baykal’a oy vermemek olan partililer ihanetle suçlandı, CHP’den uzaklaştırıldı; partililer baskı altına alındı; susturuldu. Geçen yasama döneminde yapılan yasa ve araştırma önerileri işleme konulmadı. Meclis Grubu ve Parti Meclisi, MYK gibi yetkili kurullar da iyice işlevsizleştirildi; siyaset yapamaz kılındı. Kadın ve gençlik kolları çalıştırılmadı. Politika üreten (!) tek kişi artık yalnızca Baykal’dı.
Politikaların yalnızca Baykal kaynaklı olması, tutarsızlık ve çelişkileri de birlikte getirdi. Parti, ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemez duruma getirildi. Anayasadan başlanarak demokratikleşme yönünde öneriler geliştirilmedi; Avrupa Birliği tam üyeliği ve Kürt sorunu başta olmak üzere iç ve dış önemli sorunlar karşısında tam bir politikasızlık sürecine girildi. Geleneksel oy alınan Alevi kesiminin sorunlarına bile sahip çıkılmadı. “Açılımlar”, kara çarşaf açılımına kadar uzandı.
Ekonomi ağır bir bunalıma sürükleniyor; CHP bunalımdan çıkış için kapsamlı ve çözüm üretici hiçbir öneri geliştiremiyor. Parti çarşafa dolanıyor; türban taşeronluğuna soyunuyor!
CHP, kimlik değiştiriyor; AKP ve giderek Saadet Partisi’ne dönüşüyor. Baykal ve yanındakiler, CHP’nin sağcılaştıkça daha çok oy alacağını sanıyor; yanıldıkları, her seçimde yeniden kanıtlanıyor; ama ısrar ediliyor; “sağcı adaylar” aranıyor; yetmiyor; sağa doğru koşu, çarşaf bayrak yapılarak hızlanıyor!
Politika üretemeyen CHP, kamuoyunda, hiç olmazsa “Cumhuriyet’in değerlerini savunan parti” kimliğiyle destek buluyordu. Baykal sayesinde bu işlevini de “tümüyle” yitiriyor. Kendi kendini sıfırlıyor.
***
CHP, 2003 sonrasında kimi köşe yazarı ve TV yorumcuları tarafından sağcılaşmakla, faşizan bir yapıya sahip olmakla, giderek faşistlikle suçlandı. Karşı durmaya çalıştık. Bizleri Parti’den uzaklaştıran Baykal sergilediği tutum ve politikalarla, o yorumları yapanları her gün haklı çıkarıyor!
Çok önemli bir “medya notu” daha var: Yıllardır Baykal’a “şeriat ve bölünme tehlikesi var” gerekçesiyle destek veren köşe yazarları, “şimdi CHP’yi eleştirmeyelim”, “haksızlık olur” diyenler de, izleyebildiğim kadarıyla, bu konuda susuyor! Susabiliyor! Baykal’ın her yaptığına göz yumulursa, Başbakan’ı körü körüne destekleyen medya eleştirilebilir mi? Hâlâ, kara çarşafa Parti rozeti takan, en büyük il başkanı destekçisinin üniversitelerde türbana taraftar olan Baykal ile “velev ki”ci Başbakan arasında dini siyasete alet etme bakımından bir fark kalmadığının farkına varılmıyor mu?
Ya içerdekiler? CHP’nin üst düzey-alt düzey yöneticileri, Parti Meclisi üyeleri, milletvekilleri, varsa gençlik ve özellikle de kadın kolları, bayan milletvekilleri neredeler? İl, ilçe ve belde örgütleri, düz üyeler, CHP’ye yıllarca salt çağdaşlık yanlısı olduğu gerekçesiyle oy verenler ne yapıyor? Ya geçen genel seçimlerden önce yapılan Cumhuriyet mitingleri sonucu aday olup milletvekili seçilen bayanlar?
Kara çarşaf olayı karşısında onlar da sus pus!
Gerçekten çok yazık!
***
Kara çarşafın yakasına altı ok takılması, Cumhuriyetin aydınlığıyla yoğrulmuş değil, tutuculuğun karanlığına saplanmış bir aklın ürünüdür. Milyonların yıllarını verdiği CHP, Cumhuriyetin değerlerinin, demokratikleşmenin, sosyal demokrasinin CHP’si, bu bataklıktan bir an önce kurtulmalıdır!
__________________Yakup Kepenek / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...