Sayfalar

8 Kasım 2007

EFLATUN'A SORMUŞLAR...

Birincisi;
"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar.
Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın.
Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.

ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR."

84. YILDA GENEL GÖRÜNÜM



84. Yılda Genel Görünüm...


Anayasa değişikliği ile hiç kuşkusuz tarikatçılığın önü açılmakta, tarikatlar özgürleştirilmekte, dini ayin yasağı kaldırılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değiştirilerek yetkileri azaltılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'ne başvurular sınırlandırılmakta, güçleştirilmektedir. Kürtçe eğitimin, özgürlük adına, önü açılmaktadır.
"Kuvayi-Milliye şehitleri
Siz toprak altında derin uykudayken
Düşmanı çağırdılar,
Satıldık.
Uyanın,
Biz toprak üstünde derin uykulardayız.
Kalkıp uyandırın bizi.
Kuvayi-Milliye şehitleri
Mezardan çıkmanın vaktidir."

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 84. yılını kutluyoruz bu yıl. Seksen dört yıl önce, 29 Ekim 1923'te Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti 'ni kurduklarını biliyoruz. Laik ve demokratik bu Cumhuriyetin, Türk gençliğinin koruyuculuğuna bırakıldığını da biliyoruz.
Ne acı ki ülkemiz, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 84. yılında, kuruluş ilkelerine ve kuruluş felsefesine aykırı bir kadro tarafından yönetiliyor. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra, Kubilay 'ı kesen düşünce; Sıvas'ta 37 aydını diri diri yakan düşünce; dinci, bağnaz bir dizi eylemi gerçekleştiren düşünce bugün Türkiye 'nin yönetimini eline almıştır. Laik Türkiye Cumhuriyeti , laikliğe karşı bir yönetimin elindedir. Bugün, Büyük Atatürk'ün Çankaya Köşkü'nde iftar yemekleri verilip, kuran okutulmaktadır.
Laiklik, aklın din karşısında özgürlüğüdür. Amaç, kişileri ve devleti dinsel baskılardan kurtarmak; aklı, din karşısında özgürleştirmektir.
Ülkemizi yöneten AKP kadroları ise laikliği, yalnızca din ve inanç özgürlüğüne indirgemeye çalışıyorlar. Öyle algılanırsa, laiklik, dincilik olur. Laiklik adına, ülkemiz dinselleştirilmek isteniliyor. AKP'nin devlet bakanı, "Dini, kişilerin yalnızca inanç alanı olmaktan çıkarmalı, yaşamın her alanına yaymaya çalışmalıdır" diyor.
Böylece, AKP'nin gerçek amacı çok açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu anlatım bir din devleti özlemini dile getirmektedir.
Cumhuriyetimizin 84. kuruluş yılını kutlarken, sivil anayasa yutturmacası ile gerçekte, din kurallarını öne çıkaran bir anayasa yapılmaya çalışılıyor. Anayasanın tümden yenilenmesi yönteminin yanlışlığı bir yana, sivillik adı altında getirilmek istenilen anayasa, sıkmabaşı üniversitelerde ve daha sonra tüm kamu kurumlarında özgürleştiren, laikliği din kurallarına göre yaşamaya indirgeyen kurallar getiriyor. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, anayasalar temel yasalardır. Ayrıntılara yer vermez. Bir anayasada üniversitelerde ve kamu kurumlarında ne tür giysiler giyileceği yer almaz.
Kaldı ki sıkmabaş, Anayasa Mahkemesi kararları ile, Danıştay kararları ile ve en son AİHM kararları ile üniversitelerde ve kamu kurumlarında engellenmiştir. Yargı kararlarıyla engellenmiş bir eylemi, yürütme ve yasama organı olarak bir araya gelip, anayasa ile yeniden düzenlemek, kuvvetler ayrımı kavramına ve yargı bağımsızlığına aykırıdır.
Yargı kuramlarının kararlarını işlemez duruma getirmek ve yok saymak amacıyla anayasa çıkarmak, hukuk devleti anlayışı ile de bağdaşmaz.
Cumhuriyetimizin 84. yılını kutladığımız bu günlerde, AKP 'nin sözde anayasa hukukçusu bazı milletvekillerinin, sivil anayasa adı altında, Atatürk'ü anayasadan çıkarmaya çalışmaları, bu yolda açıklamalar yapmaları, anayasamızın değiştirilemez ilkelerine açıkça aykırıdır.
Değiştirilemez o maddeler, Atatürkçü Düşünce sisteminin özüdür.
Aydınlık kamuoyunun tepkisini azaltmak amacıyla değiştirilemez maddeleri olduğu gibi tutarak, ancak öbür maddelerde yapılacak değişikliklerle, bu maddelerin içini boşaltmak kurnazlığı, 84. yılda Cumhuriyeti kuran kuşaklara ve Büyük Atatürk 'e karşı tam bir hayınlıktır. Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez maddeleri Cumhuriyeti kuran, aydınlanma devrimini yapan kuşakların aldıkları bir önlemdir. Cumhuriyeti kuranlar, demek ki bir gün, Cumhuriyetimizin niteliklerini içeren bu maddeleri değiştirmeye çalışanlar olabileceğini düşünmüşler. İşte şimdi o gün gelmiştir. Çünkü, karşıdevrim, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hep vardı ve bir avuç oy uğruna hayın ve aymaz politikacılar yüzünden hep yol aldı. Günümüzde, iktidar oldu.
84. yılda, kadınlarımızı ikinci sınıfa iten ve erkek baskısıyla oluşturulmaya çalışılan uygulamalar, ne acı ki insan hakları, özgürlük adı altında sunulmaktadır. Cumhurbaşkanı 'nın eşi, 15 yaşında evlenince, eşinin baskısıyla Başbakan' ın eşi ise, ağabeyinin baskısı ile başlarını kapatmışlar.
Böylece bu durum özgürlük ve insan hakkı mı oluyor? Bu durum ülkemizin dışarıdaki izlenimini bozuyor, ülkemizi küçük düşürüyor.
Anayasa değişikliğiyle hiç kuşkusuz tarikatçılığın önü açılmakta, tarikatlar özgürleştirilmekte, dini ayin yasağı kaldırılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değiştirilerek yetkileri azaltılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'ne başvurular sınırlandırılmakta, güçleştirilmektedir. Kürtçe eğitimin, özgürlük adına, önü açılmaktadır.
Yapılacak değişiklikler arasında, cumhurbaşkanlarına, dokunulmazlık getirilmesinden söz ediliyor. Cumhurbaşkanlarının milletvekilleri gibi dokunulmazlıkları yoktur.
Cumhurbaşkanı olan kişinin seçkin, özel, herkesin üzerinde saygıyla birleştiği bir isim olduğu düşünüldüğünden, onlar için dokunulmazlık akla gelmemiştir. Cumhurbaşkanı olacak kişinin, parasal sorunlardan yargılanan, yargılanacak bir kişi olması, doğal olarak düşünülemezdi. Ayrıca böyle bir düzenleme, kişiye özel bir düzenlemedir. Hukuk tekniğine ve kurallarına da aykırıdır.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 84. yılını kutlarken, tüm bu olanlar için Mustafa Kemal Atatürk 'ten, Kuvayi- Milliyecilerden özür diliyoruz.
Bu dönem de gelip geçecek.. Türk ulusu , uygarlık, çağdaşlık yolunda ilerlemesini sürdürecektir.
Cumhuriyet 08.11.2007 / Erol ERTUĞRUL

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...