* Bilgi kirliliği:
Tarihimizi yalanlarla kirleten ve binlercesi dünya tarihini kitaplıklarında yerlerini almış bilgileri yalan olara niteleyen tarih sökücülerinin sistematik kampanyası ile karşı karşıyayız: Türkiye’de bugün yapılan, Cumhuriyetin bilimsel bir eleştirisi olmadığı gibi, namuslu eleştiri de değil. 1983’ten bu yana kirlenme çağını yaşıyoruz. Bunun arkasında uluslararası jandarmalığa soyunan ABD var. Fakat hergün gazete ve televizyonlarda patlatılan yalan bombalarından etkilenmeden, ülkenin evrensel konumunu doğru değerlendirmeye ihtiyacımız var..
* İslam’da devrim yoktur:
* İslam’da devrim yoktur:
Amerikan kurt uluş savaşı ve Fransız Devriminden sonra 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyılda Avrupa ve Amerikalar, Çin, Japonya, Hindistan ve Rusya ve eski Sovyet dönemi Komünist ülkeleri din boyutunu Anayasalarından çıkarmışlardır. İslam dünyası dışında din devleti yoktur. Türkiye ise İslam dünyasında tek reformu gerçekleştiren ülkedir. Onun için İslam ülkelerinin en önündedir. Şimdi Türkiye’yi de laik olmayan İslam’a itiyorlar. Amerika ve Avrupa İslam’ı bir koyun sürüsü olarak aynı ağıla koymaya çalışıyor. Bu davranış insanları ayrı bir din kulübünde hapsetmek isteyen, Almanların Yahudilere yaptıkları davranışlar türünden, iğrenç bir politikadır.
* Günümüzde sadece şu karşıtlık var:
* Günümüzde sadece şu karşıtlık var:
Çağdaşlık ya da sömürgelik. Çağdaşlığın göstergesi, toplumun dünya egemenleri arasında kabul edilmiş olmasıdır. Egemenlik unsuru da sadece bilime dayalı teknolojidir. Dünyayı bilim-teknoloji üretenler idare ediyor. Bunu yapamayanlar derece derece ekonomik sömürgedir. Avrupalılık kültürel bir bütünlük tanımlar. Felsefe, edebiyat-sanat, müzik, sporu da içerir. Ve bütün dünyaya da bunları kabul ettirmiştir. Dışarıda kalan sadece İslam ülkeleridir. Türkiye ise içerde iken dışarıya çıkarılmak isteniyor,
* En bü yük yüzyıl yalanı:
* En bü yük yüzyıl yalanı:
‘Ilımlı İslam’ projesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra formüle edildi. Temeli 19. Yüzyıl sömürgelerini, politik olarak sözde bağımsız, ekonomik olarak tam bağımlı bir sömürge dünyasına dönüştürmektir. 7 milyonluk bir dünyada 1.5 milyonluk bir ekonomik sömürge güzel bir orandır. İslam dünyasının fakirliği, sömürülecek kaynakları, cehaleti, sosyal örgütlenme kısırlığı ve gelişmiş dünya denilen ülkelerin bilim, felsefe, sanat ve spor etkinliklerine sırtını çevirmiş olması ‘Ilımlı İslam’ projesinin dayandığı verilerdir.
Kirli bilgiyle yıkanan bir toplumuz. Saptırılmış bilginin aktörleri o denli bizden görünüyorlar ki, 1920 ile 2000’ler arasında Kurtuluş Savaşı, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusu hakkında ilkokuldan başlayarak okuduğumuz, dünya kitaplıklarını ve arşivlerini dolduran yüz binlerce kitap, makale, fotoğrafın belgesel olarak oluşturduğu ve hikayelerini babalarımızdan dedelerimizden dinlediğimiz ve tanıkları yaşayan bir tarih tümüyle kötülenen bir sistematik sökme kampanyasının konusu yapıldı.
‘Yalan’la yaşıyoruz ve bu yalan ancak şimdiki politik sistemin ve dayandığı kültürün özünde olabilir.
Bu kadar açık ve yoğun bilgi kirletme sistematiğini Türkler keşfetmedi. Savaşı yapan ve yaşayanların çocukları yaşarken, bu tarih sökücüleri nereden çıktı?
Yanıtı açık: Bugün yurt dışında kimler Türkiye Cumhuriyetine, Atatürk’e, laikliğe karşı ise, hatta sövüp sayıyorsa, Türkiye’deki söylemi de onlar yönlendiriyorlar. Bu yeni mandacıların kir söylemini arıtmak zorundayız.
Türkiye ‘Aydınlanma İyimserliği’ne 1923’den 1939’a kadar süren bir dönemde bütün dünya ile birlikte katıldı. İki dünya savaşı, soğuk savaş ve onu izleyen ve başrolü Amerikanın oynadığı savaşlar dünya aydınlarının bir bölümünü anti-rasyonalist hatta bilim karşıtı uçlara yönlendirdi. Ne var ki dünyanın büyük çoğunluğu gibi Türkler de özgürlük ve demokrasiyi gerçekleştirmekten vazgeçmedi.
Fakat Türkiye’de bugün yapılan, Cumhuriyetin bilimsel bir eleştirisi olmadığı gibi, namuslu bir eleştiri de değildir. 1983’ten bu yana kirlenme çağını yaşıyoruz. Bunun arkasında uluslararası jandarmalığa soyunan ABD var. Fakat hergün gazete ve televizyonlarda patlatılan yalan bombalarından etkilenmeden, ülkenin evrensel konumunu doğru değerlendirmeye ihtiyacımız var..
TÜRK DEVRİM AÇISINDAN ÇAĞDAŞ DÜNYAYA KATILMA SORUNU
İslam’da devrim yoktur. Tanrının sözü olan Kuran ve Sünnet dışına pratikte çıkıldığı zaman bile İslam’ın temel öğretisine karşı çıkılmamıştır. Batıda da aynı durum 18.-19. Yüzyıla kadar sürmüş sayılabilir. Amerikan kurtuluş savaşı ve Fransız Devriminden sonra 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyılda Avrupa ve Amerikalar, Çin, Japonya, Hindistan ve Rusya ve eski Sovyet dönemi Komünist ülkeleri din boyutunu Anayasalarından çıkarmışlardır.
İslam dünyası dışında din devleti yoktur. Türkiye ise İslam dünyasında tek reformu gerçekleştiren ülkedir. Onun için İslam ülkelerinin en önündedir. Şimdi Türkiye’yi de laik olmayan İslam’a itiyorlar. Amerika ve Avrupa İslam’ı bir koyun sürüsü olarak aynı ağıla koymaya çalışıyor. Bu davranış insanları ayrı bir din kulübünde hapsetmek isteyen, Almanların Yahudilere yaptıkları davranışlar türünden, iğrenç bir politikadır.
Çağdaşlaşma, dünyanın ortak düşünce ve örgütlenme düzeyine katılmak, onlarla eşitlenmekse laiklik onun parçasıdır. Çağdaş olma ve İslam’ı ayrı kefelere koyanlar Batılılardır. AB bir Hıristiyan birliğidir. Ama laiktir. Ve ancak laik kalarak çağdaş olmuştur. Biz Hıristiyan AB’ye değil, laik AB’ye üye olmak istiyoruz. Eğer Müslümanlığı vurgulamak istiyorsak Amerikalılarla değil, Afganlı ya da Iraklılarla birlikte olmamız gerek. Demek ki çağdaşı yani laik olanı seçiyoruz.
Bunun için Avrupalı gibi görünmek isteyip, Afganlı gibi düşünen adamlardan kurtulmak zorundayız.
İKİ KARŞITLIK
Günümüzde sadece şu karşıtlık var. Çağdaşlık ya da sömürgelik. Çağdaşlığın göstergesi, toplumun dünya egemenleri arasında kabul edilmiş olmasıdır. Egemenlik unsuru da sadece bilime dayalı teknolojidir. Egemen devletler dünya için politik ve ekonomik kararlar alıyorlar. Ekonomik göstergeleri ya da ekonomik potansiyelleri Türkiye gibi ülkelerin kat kat üstünde. Egemenlikleri silah ve üretim gücüne dayalı. Üretim gücü teknolojik güç demek. Teknolojik güç bilim – teknolojinin işbirliği demek. Dünyayı bilim-teknoloji üretenler idare ediyor. Bunu yapamayanlar derece derece ekonomik sömürgedirler.
Gerçi bu bilimsel-teknolojik üstünlük yanında başka özellikler de var. Batıda Hıristiyanlık, kültürel ortaklık, Doğuda ise tümden farklı, dine dayalı olmayan bir toplumsal yaşam. Avrupalılık kültürel bir bütünlük tanımlar. Felsefe, edebiyat-sanat, müzik, sporu da içerir. Ve bütün dünyaya da bunları kabul ettirmiştir. Dışarıda kalan sadece İslam ülkeleridir.
Türkiye ise içerde iken dışarıya çıkarılmak isteniyor. Bugün Türkiye’nin kültürel intihara teşebbüs etmesinin kanıtı felsefe, sanat, müzik ve sporun okul programlarından çıkarılmış olmasıdır. Bunlarsız bilim-teknoloji de olamadığını idare eder gözükenler anlayamıyorlar. Felsefe ve sanat olmazsa bilimin dolayısıyla teknolojinin de olması söz konusu değildir. Doğa gözlemi, soru sorma, deney, kavramsal düşünce bunların fonksiyonu olarak vardır.
Atatürk tek uygarlık derken bu tek çağdaş kültürü kastediyordu. Çağdaşlık bir türlüdür. Küresellik türünden dünya söylemlerine sahip çıkanlar bunun ayırdına varamıyorlar. Bunu evrensel teknolojik kültür dayatıyor. Tek bir teknoloji dünyası var; Ya ortağısınız ya da kölesi. Çağdaşlık bilime yani üst düzey teknoloji üretimine ve bunun sonucu elde edilen özgürlük ve bağımsızlığa dayalı bir davranıştan ibarettir.
ALICILAR VE SATICILAR
Dünya politik ve ekonomik olarak, satıcılar ve alıcılardan oluşuyor. Alıcı olanlar satıcıların yarım köleleridir. Egemen grupla kavga etmek için silahlarını da onlardan almak zorundadırlar. Bağımsızların ortalama geliri, bağımlı yani müşteri olanların 5-10-15-20 katıdır. Yarı bağımlı bir ülke birinci dünya üyesinin menfaat veya programına aykırı hareket ederse bağımlılığı hatırlatılır. Irak, Afganistan, Filistin, Nijerya, Sudan, Çad, Somali, Tibet gibi olur. Arap sultan ve şeyhleri gibi Amerika ile ortak olursa bu bir zengin müşteridir. Fakat bağımsız değildir. Suudiler Irak’a İslam için yardım edemez. Oysa Amerika ile ortak olmaması gerekir. Çünkü Kuran İslam-Hıristiyan ortaklığın reddeder. Fakir İslam ülkelerinde cihad intiharla eşdeştir.
Türkiye’yi idare edenler Kuran’da söz konusu olmayan bir ortaklık peşindedirler ve bunu demokrasi diyorlar. Oysa ortak olmak istedikleri dünya laiktir. Batı liberal demokrasisi de dinle bütünleşmez.
İslam’a ilişkin olarak Türkiye Müslümanları, Berlusconi, Sarkozy, Merkel, Bush’la aynı söylemi yineliyorlar. En büyük yüzyıl yalanı olan ‘Ilımlı İslam’ projesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra formüle edilmiştir. Temeli 19. Yüzyıl sömürgelerini, politik olarak sözde bağımsız, ekonomik olarak tam bağımlı bir sömürge dünyasına dönüştürmektir.
7 milyonluk bir dünyada 1.5 milyonluk bir ekonomik sömürge güzel bir orandır.
İslam dünyasının fakirliği, sömürülecek kaynakları, cehaleti, sosyal örgütlenme kısırlığı ve gelişmiş dünya denilen ülkelerin bilim, felsefe, sanat ve spor etkinliklerine sırtını çevirmiş olması ‘Ilımlı İslam’ projesinin dayandığı verilerdir. Türkiye’de açık dış destekli ‘Ilımlı İslam’ projesi, Huntington gibi devlet ajanı Harvard demagoglarının moda olan yayınları ve Avrupa’nın Türkiye’ye karşı iki yüzlü politikası bu komplonun neredeyse matematiksel kanıtlardır. Bizi almayacaklarını bağıra bağıra kendi halklarına duyuran, ve kendileri laik rejimlere sahipken bizim din devleti kurmamızı isteyen sahtekar bir Avrupalı kuşağının temsil ettiği bir birliğe girmek istiyor, bizim sözde demokratlar.
TEK DÜNYA
Mustafa Kemal’in olağanüstü bir vizyonla saptadığı gibi tek bir çağdaş dünya vardır. Bu özel bir eğitim programı gerektirir. Bunun için de biz teknik satın alırız, kadın imam yetiştiririz demek bir safsatadır.
Bir olguyu daha vurgulamak gerek: Dünya ülkeleri laik oldu diye kiliseye bir şey olmadı. Türkiye’de ilk imam hatip okulları Atatürk döneminde açıldı. İnsanların bilim-teknoloji derken, dinden uzaklaşmadıklarını biliyoruz. Batı kilisesi ayakta duruyor. Laik Türkiye’de 77.000 tane cami yapıldı. Eğer Türkiye’de ve bütün dünyada bir baskı varsa din baskısıdır. Fakat kimse uzaya gitmekten, televizyondan, internet’ten, cep telefonundan, modern tıptan ve atom bombasından uzaklaşıp Papa’nın dediklerine göre yaşamıyor. Rasyonel ve irrasyonel birlikte yaşıyor.
___________________Doğan Kuban
Kirli bilgiyle yıkanan bir toplumuz. Saptırılmış bilginin aktörleri o denli bizden görünüyorlar ki, 1920 ile 2000’ler arasında Kurtuluş Savaşı, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusu hakkında ilkokuldan başlayarak okuduğumuz, dünya kitaplıklarını ve arşivlerini dolduran yüz binlerce kitap, makale, fotoğrafın belgesel olarak oluşturduğu ve hikayelerini babalarımızdan dedelerimizden dinlediğimiz ve tanıkları yaşayan bir tarih tümüyle kötülenen bir sistematik sökme kampanyasının konusu yapıldı.
‘Yalan’la yaşıyoruz ve bu yalan ancak şimdiki politik sistemin ve dayandığı kültürün özünde olabilir.
Bu kadar açık ve yoğun bilgi kirletme sistematiğini Türkler keşfetmedi. Savaşı yapan ve yaşayanların çocukları yaşarken, bu tarih sökücüleri nereden çıktı?
Yanıtı açık: Bugün yurt dışında kimler Türkiye Cumhuriyetine, Atatürk’e, laikliğe karşı ise, hatta sövüp sayıyorsa, Türkiye’deki söylemi de onlar yönlendiriyorlar. Bu yeni mandacıların kir söylemini arıtmak zorundayız.
Türkiye ‘Aydınlanma İyimserliği’ne 1923’den 1939’a kadar süren bir dönemde bütün dünya ile birlikte katıldı. İki dünya savaşı, soğuk savaş ve onu izleyen ve başrolü Amerikanın oynadığı savaşlar dünya aydınlarının bir bölümünü anti-rasyonalist hatta bilim karşıtı uçlara yönlendirdi. Ne var ki dünyanın büyük çoğunluğu gibi Türkler de özgürlük ve demokrasiyi gerçekleştirmekten vazgeçmedi.
Fakat Türkiye’de bugün yapılan, Cumhuriyetin bilimsel bir eleştirisi olmadığı gibi, namuslu bir eleştiri de değildir. 1983’ten bu yana kirlenme çağını yaşıyoruz. Bunun arkasında uluslararası jandarmalığa soyunan ABD var. Fakat hergün gazete ve televizyonlarda patlatılan yalan bombalarından etkilenmeden, ülkenin evrensel konumunu doğru değerlendirmeye ihtiyacımız var..
TÜRK DEVRİM AÇISINDAN ÇAĞDAŞ DÜNYAYA KATILMA SORUNU
İslam’da devrim yoktur. Tanrının sözü olan Kuran ve Sünnet dışına pratikte çıkıldığı zaman bile İslam’ın temel öğretisine karşı çıkılmamıştır. Batıda da aynı durum 18.-19. Yüzyıla kadar sürmüş sayılabilir. Amerikan kurtuluş savaşı ve Fransız Devriminden sonra 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyılda Avrupa ve Amerikalar, Çin, Japonya, Hindistan ve Rusya ve eski Sovyet dönemi Komünist ülkeleri din boyutunu Anayasalarından çıkarmışlardır.
İslam dünyası dışında din devleti yoktur. Türkiye ise İslam dünyasında tek reformu gerçekleştiren ülkedir. Onun için İslam ülkelerinin en önündedir. Şimdi Türkiye’yi de laik olmayan İslam’a itiyorlar. Amerika ve Avrupa İslam’ı bir koyun sürüsü olarak aynı ağıla koymaya çalışıyor. Bu davranış insanları ayrı bir din kulübünde hapsetmek isteyen, Almanların Yahudilere yaptıkları davranışlar türünden, iğrenç bir politikadır.
Çağdaşlaşma, dünyanın ortak düşünce ve örgütlenme düzeyine katılmak, onlarla eşitlenmekse laiklik onun parçasıdır. Çağdaş olma ve İslam’ı ayrı kefelere koyanlar Batılılardır. AB bir Hıristiyan birliğidir. Ama laiktir. Ve ancak laik kalarak çağdaş olmuştur. Biz Hıristiyan AB’ye değil, laik AB’ye üye olmak istiyoruz. Eğer Müslümanlığı vurgulamak istiyorsak Amerikalılarla değil, Afganlı ya da Iraklılarla birlikte olmamız gerek. Demek ki çağdaşı yani laik olanı seçiyoruz.
Bunun için Avrupalı gibi görünmek isteyip, Afganlı gibi düşünen adamlardan kurtulmak zorundayız.
İKİ KARŞITLIK
Günümüzde sadece şu karşıtlık var. Çağdaşlık ya da sömürgelik. Çağdaşlığın göstergesi, toplumun dünya egemenleri arasında kabul edilmiş olmasıdır. Egemenlik unsuru da sadece bilime dayalı teknolojidir. Egemen devletler dünya için politik ve ekonomik kararlar alıyorlar. Ekonomik göstergeleri ya da ekonomik potansiyelleri Türkiye gibi ülkelerin kat kat üstünde. Egemenlikleri silah ve üretim gücüne dayalı. Üretim gücü teknolojik güç demek. Teknolojik güç bilim – teknolojinin işbirliği demek. Dünyayı bilim-teknoloji üretenler idare ediyor. Bunu yapamayanlar derece derece ekonomik sömürgedirler.
Gerçi bu bilimsel-teknolojik üstünlük yanında başka özellikler de var. Batıda Hıristiyanlık, kültürel ortaklık, Doğuda ise tümden farklı, dine dayalı olmayan bir toplumsal yaşam. Avrupalılık kültürel bir bütünlük tanımlar. Felsefe, edebiyat-sanat, müzik, sporu da içerir. Ve bütün dünyaya da bunları kabul ettirmiştir. Dışarıda kalan sadece İslam ülkeleridir.
Türkiye ise içerde iken dışarıya çıkarılmak isteniyor. Bugün Türkiye’nin kültürel intihara teşebbüs etmesinin kanıtı felsefe, sanat, müzik ve sporun okul programlarından çıkarılmış olmasıdır. Bunlarsız bilim-teknoloji de olamadığını idare eder gözükenler anlayamıyorlar. Felsefe ve sanat olmazsa bilimin dolayısıyla teknolojinin de olması söz konusu değildir. Doğa gözlemi, soru sorma, deney, kavramsal düşünce bunların fonksiyonu olarak vardır.
Atatürk tek uygarlık derken bu tek çağdaş kültürü kastediyordu. Çağdaşlık bir türlüdür. Küresellik türünden dünya söylemlerine sahip çıkanlar bunun ayırdına varamıyorlar. Bunu evrensel teknolojik kültür dayatıyor. Tek bir teknoloji dünyası var; Ya ortağısınız ya da kölesi. Çağdaşlık bilime yani üst düzey teknoloji üretimine ve bunun sonucu elde edilen özgürlük ve bağımsızlığa dayalı bir davranıştan ibarettir.
ALICILAR VE SATICILAR
Dünya politik ve ekonomik olarak, satıcılar ve alıcılardan oluşuyor. Alıcı olanlar satıcıların yarım köleleridir. Egemen grupla kavga etmek için silahlarını da onlardan almak zorundadırlar. Bağımsızların ortalama geliri, bağımlı yani müşteri olanların 5-10-15-20 katıdır. Yarı bağımlı bir ülke birinci dünya üyesinin menfaat veya programına aykırı hareket ederse bağımlılığı hatırlatılır. Irak, Afganistan, Filistin, Nijerya, Sudan, Çad, Somali, Tibet gibi olur. Arap sultan ve şeyhleri gibi Amerika ile ortak olursa bu bir zengin müşteridir. Fakat bağımsız değildir. Suudiler Irak’a İslam için yardım edemez. Oysa Amerika ile ortak olmaması gerekir. Çünkü Kuran İslam-Hıristiyan ortaklığın reddeder. Fakir İslam ülkelerinde cihad intiharla eşdeştir.
Türkiye’yi idare edenler Kuran’da söz konusu olmayan bir ortaklık peşindedirler ve bunu demokrasi diyorlar. Oysa ortak olmak istedikleri dünya laiktir. Batı liberal demokrasisi de dinle bütünleşmez.
İslam’a ilişkin olarak Türkiye Müslümanları, Berlusconi, Sarkozy, Merkel, Bush’la aynı söylemi yineliyorlar. En büyük yüzyıl yalanı olan ‘Ilımlı İslam’ projesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra formüle edilmiştir. Temeli 19. Yüzyıl sömürgelerini, politik olarak sözde bağımsız, ekonomik olarak tam bağımlı bir sömürge dünyasına dönüştürmektir.
7 milyonluk bir dünyada 1.5 milyonluk bir ekonomik sömürge güzel bir orandır.
İslam dünyasının fakirliği, sömürülecek kaynakları, cehaleti, sosyal örgütlenme kısırlığı ve gelişmiş dünya denilen ülkelerin bilim, felsefe, sanat ve spor etkinliklerine sırtını çevirmiş olması ‘Ilımlı İslam’ projesinin dayandığı verilerdir. Türkiye’de açık dış destekli ‘Ilımlı İslam’ projesi, Huntington gibi devlet ajanı Harvard demagoglarının moda olan yayınları ve Avrupa’nın Türkiye’ye karşı iki yüzlü politikası bu komplonun neredeyse matematiksel kanıtlardır. Bizi almayacaklarını bağıra bağıra kendi halklarına duyuran, ve kendileri laik rejimlere sahipken bizim din devleti kurmamızı isteyen sahtekar bir Avrupalı kuşağının temsil ettiği bir birliğe girmek istiyor, bizim sözde demokratlar.
TEK DÜNYA
Mustafa Kemal’in olağanüstü bir vizyonla saptadığı gibi tek bir çağdaş dünya vardır. Bu özel bir eğitim programı gerektirir. Bunun için de biz teknik satın alırız, kadın imam yetiştiririz demek bir safsatadır.
Bir olguyu daha vurgulamak gerek: Dünya ülkeleri laik oldu diye kiliseye bir şey olmadı. Türkiye’de ilk imam hatip okulları Atatürk döneminde açıldı. İnsanların bilim-teknoloji derken, dinden uzaklaşmadıklarını biliyoruz. Batı kilisesi ayakta duruyor. Laik Türkiye’de 77.000 tane cami yapıldı. Eğer Türkiye’de ve bütün dünyada bir baskı varsa din baskısıdır. Fakat kimse uzaya gitmekten, televizyondan, internet’ten, cep telefonundan, modern tıptan ve atom bombasından uzaklaşıp Papa’nın dediklerine göre yaşamıyor. Rasyonel ve irrasyonel birlikte yaşıyor.