Sayfalar

29 Mart 2008

SAĞLIKSIZ LİDERLER YÖNETİMİNDE...

Demokratik, sosyal, laik bir hukuk devletiyiz". Son zamanlarda, Başbakan Tayyip Erdoğan 'ın dilinden düşmeyen bir cümle bu. Nereden nereye diyeceksiniz eminim. "10 Kasım'larda sap gibi duruyoruz, bir yaygara koparılıyor." "Demokrasi bir tramvaydır, istediğimiz yerde biner dilediğimiz yerde ineriz." "Millet isterse elbette laiklik elden gider" söylemlerinden bugün bir stereotipi halinde Başbakan'ın ağzında yinelenen "Demokratik, laik, sosyal hukuk devletiyiz" vurgusu adeta bir takıntı olarak süregeliyor. Sağlıksız bir toplumun yaratıcısı sağlıksız liderler 60 yılı aşan bir süreden beri yaşamımızı kâbusa dönüştürmüşlerdir.
Cumhuriyetin o benzersiz kalkınma atılımının ardından hâlâ süregelen geri kalmışlığımızda, çağdışına sürüklenişimizde, bağımsızlığımızı yitirişimizde bu liderler başrolü oynamışlardır. Köy Enstitülerini İnönü ile birlikte ziyaretten dönerken "Paşam, bunlar böyle eğitim görürlerse biz bunları idare edemeyiz" diyen Milli Eğitim Bakanı'nı düşününüz. "Ben bir odunu aday göstersem Meclis'e seçtiririm" ve o Meclis'e dönüp "Siz isterseniz hilafeti getirebilirsiniz" diye seslenen lideri anımsayın. Memleketin iki kampa bölünmüş gençleri birbirinin canınayarken her türlü şiddete karşı çıkması istenen Başbakan'ın "Bana sağcılara suç işliyor dedirtemezsiniz" diye verdiği cevabı hatırlayın. Nâzım Hikmet' i 13 yıl hapislerde tutup, Sabahattin Ali' yi öldürtenlerden sonra Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Azra Erhat gibi dünya güzeli insanları hapsekanlar da 70'lerde Türkiye'nin kaderine hâkim olmuşlardır. "Hatırla Sevgili" dizisinde duyarlı Türk halkının gözyaşları içinde hazin öykülerini izlediği o genç çocukların idamı için var güçleriyle çabalayanlar ve Türkiye'de bir devrimi gerçekleştirmek için canlarını feda eden gençler için "Asmayıp da besleyelim mi" fetvasını verenler yine bu ülkedellarca yönetime egemen olmuş, cumhurbaşkanlığı yapmışlardır.
Bu yönetenler, Türk soluna birbiri ardına darbe vurmaktan geri kalmamışlar ve kurulmaya çalışılan demokrasimizi ciddi ve neredeyse onarılmaz şekilde sakatlamışlardır. Daha sonra gelenler de toplumda hak edilmiş alın teriyle elde edilmiş kazanç geleneğini yok ederek köşe dönme felsefesini yaygınlaştıran, yeraltı dünyasını canlandıran insanlar olmuştur. Türkiye'yi siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda ve dış politikada bağımlı hale getirenler ve emperyalizmin oyunlarına ık bir ülke durumuna sokanlar da siyaset yaşamımızın liderleridirler. Nihayet, 60 yıl süren bir hazırlıkla Cumhuriyetin 80'inci yılında ortalama 4 yıl eğitim görmüş bir halkın yönetimine Cumhuriyetin temel ilkeleri ve onun kuruluş felsefesiyle çatışma halindeki takıyyeci bir iktidar gelip oturmuştur.
Türkiye'nin bugünkü kamplara bölünmüş acıklı durumu ve içinde yaşadığımız kaos birbirinden kötü, âciz, tutarsız, ilkesiz yönetimlerin ürünüdür. Cumhuriyetin 85'inci yılında halkımızı ortalama 4 yıl eğitime mahkûm edenler Türkiye'nin politikacılarıdır. Köy Enstitülerinikan, öğretim birliğini yok eden, akla, bilime dayanan aydınlanmacı eğitimi, imam hatip okulları ve Kuran kurslarını yaygınlaştırarak dogmaların gölgesinderakan ve bundan iktidarları için yarar umanlar Türkiye'nin siyasetine egemen olanlardır. Bugünkü iktidar liderinin kültürel bölünmeye uğramış toplumumuzda bu kadar birbirine zıt izlenimler yaratması tarihi bir paradokstur ve uzunllardan beri Türk toplumunda süregelen sağlıksız bir gelişmenin bir göstergesidir. 60 yıldan beri, Türkiye'yi yönetenler emperyalizmin de yardım ve desteğini alarak halka karşı, akla, bilime karşı, uygarlığa karşı politikalarını destekleyecek küçümsenemeyecek bir halk kitlesi yaratma becerisini ve kurnazlığını gösterebilmişlerdir. Türk toplumu aydınlanmacı bir eğitimi öngören, bağımsızlığı benimseyen; kalkınmayı, çağdaşlaşmayı hedefleyen bir yönetime kavuşmadıkça sağlıklı bir toplum olamayacaktır.
Ortalama 4 yıl eğitim görmüş, birey olamamış, akla, bilime dayanan bir dünya görüşüne sahip olmak yerine işsizlikle, yoksullukla mücadele ederken dogmalara, dine ve tarikatlara sığınmak zorundarakılmış, seçimlerde sadakalara muhtaç hale getirilmiş halkımız, bugün Türkiye'nin en büyük, en önde gelen sorunu ve yakıcı gerçeğidir. Bu halk ve demokrasimiz bu çıkmazdan kurtulamadıkça Türkiye sağlıklı bir toplum haline gelemeyecektir.
Not: Türk basınının yüz akı İlhan Selçuk 'un ve onunla birlikte yurtseverliklerine inandığımız aydınlanmacıların gözaltına alınışlarını hiç unutmayacağız. Ama soldan dönüşün en çarpıcı örneğini oluşturan Ertuğrul Günay da aklımızdan çıkmayacaktır.
_____________________________________________
Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR 'E sevgi ve saygılarımızla...

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...