Sayfalar

18 Kasım 2008

ÇARŞAF TÜRBAN ve CHP...

Önce tarihten bugüne CHP’nin halkta nasıl algılandığına dair canlı bir örnek sunalım:Yıl: 1970’lerin ilk yarısı.Adı: Mustafa Önkibar.Lakabı: Alaman Mustafa.Yaşı: 70 civarı.Yakın akrabamız olan Alaman Mustafa çocukları beş vakit namaz kılmasına karşın kendisi namaz-oruç bilmez ve Allah’a inanmazdı ama bütün Kibaroğlu’lar (Önkibarlar) gibi sıkı bir Adalet Partiliydi.Alaman Mustafa bir gün manifaturacılık yapan dedemin dükkanına gelerek şunları söyler: “Osman dayı, ben bundan sonra Halk Partili oldum. Oyumu oraya vereceğim.”Dedem şaşırarak sorar: “Nereden çıktı Halk Partisi’ne oy Mustafa?”Alaman Mustafa: “Yahu etrafıma bakıyorum benim gibi namaz, oruç, Allah nedir bilmeyenlerin tamamı Halk Partisi’nde. E benim ne işim var Adalet Partisi’nde.Yok ben de asli yerime dönüyorum.”Alaman Mustafa o günden sonra ölene kadar oyunu CHP’ye verdi.Kuşkusuz aktardığım anekdot elbette genele endekslenemez ama CHP’nin toplumun alt klasmanlarında algılanışı budur.Avamda CHP dediniz mi, inanca hoşgörüsüzlük ve baskı akla geliyor ya da bazılarının CHP için yarattığı imaj budur.Tabii Cumhuriyeti kuran CHP’nin, devrimlerin kurumlaşması bağlamında üstlendiği zorunlu tarihsel misyon da CHP’yi öyle bir görüntüye sokmuş olabilir.Malum Türkiye’deki kültürel değişim tabandan değil, tavandan başlamış yani cebri olmuş ve bu da avamın doğal tepkisine sebep olmuştur. Çok partili rejimle CHP’ye alternatif olan partiler de bu durumu kullanmış ve hadiseyi reye dönüştürmek istemiştir.Öyle olduğu için CHP, 1946’dan günümüze 1977 Karaoğlan Efsanesi süreci hariç, bir kez olsun tek başına iktidar olamamıştır. (1977’de alınan oy bile, tek başına iktidar olmaya yetmemiş, transferler yapılmıştı)CHP’deki bu açmazı önce Bülent Ecevit görmüş ama tezlerini parti kamuoyuna kabul ettiremeyerek 80 sonrasında o yapıdan kopmuş ve DSP’yi kurmuştur… Ecevit “İnançlara saygılı laiklik” argümanı ile neredeyse tek başına, yani adeta kadro olmaksızın defalarca barajı aşmış ve son olarak da 1999 seçimlerinde birinci olmuştur.İşte Deniz Baykal’ın bugünkü gayret ve çırpınışları da tıpkı Ecevit misali, CHP’yi toplumun kıymet hükümleri ile barıştırılması ya da yanlış anlamaların giderilmesi olarak değerlendirilmelidir.Baykal’ın başı örtülüye ve hatta çarşaflıya CHP rozetini takması alkışlanacak bir tasarruftur ve laik rejimi koruma adına da ülkemiz adına en büyük teminattır.Deniz Baykal, CHP’yi imaj olarak yörüngesinden çıkaran bir avuç jakobene meydan okuyarak, devleti kuran partisini geniş halk kitleleri ile tekrar kucaklaştırıyor.Dahası, CHP lideri taktığı rozetle baş örtüsünü siyasi forma yapıp onu lekelemek isteyenlere de dur diyor ve adeta baş örtüsünün namusunu kurtarıyor.Evet Deniz Baykal, baş örtüsünü bazıları gibi siyasi amaç uğruna istismar etmeyip, samimi olarak sahiplenerek, onun hedefe oturtulmasının ve de düşman bayrağı gibi algılanmasının önüne geçiyor.CHP liderinin yaptığı şey sadece inancı gereği örtünenlere taç takma olayıdır ki bu davranışı sebebiyle Sayın Baykal’ı kutlamak lazımdır.İyi niyetlerinden emin olduğum bir kesim bu yaklaşımı laiklikten taviz gibi görebilir ama emin olun öyle değildir..Tersine Deniz Bey’in yaptığı laikliğikorumaktır..Temiz inançlı kesimi o bezirgan kesimin elinden kurtarmak için bu tür adımları daha da çoğaltmak gerekiyor.Yıllardır yazıyoruz bir kez daha tekrarlayalım, AKP gibi inanç tüccarlığı yapan yapılarla mücadele etmek için kavram üzerinden muhalefet yapmamak gerekiyor. Laiklik, türban dediniz mi emin olun AKP’nin oyu artıyor. AKP’yi vurmak için baş örtüsüne düşmanlık etmeyip, ekonomik çöküşü öne çıkarmak ve AKP’lilerin yaptığı hırsızlıkları deşifre etmek gerekiyor…CHP iki aydır bunu yapıyor ve yaptığı için de yüzde 30’lara doğru yol alıyor.
MHP NEREYE…Bahçeli’ye yeni lakap: SSTelefonda önceki dönem Parlamentoda olan MHP’li bir milletvekili var: “Bizim SS’den ne haber.” Şaşırdım ve sordum: “Kim sizin SS?” Cevap: “Bizim SS canım…” Şaşkınlığım sürüyor: “Dediğini anlamadım…” Cevap yine yok ama ipucu var: “SS’den kastım Salı Siyasetçisidir. Kimdir sadece Salı günleri siyaset yapan?..” Bu sefer anlamamazlıktan geliyorum: “Kimdir?…” Cevap: “Kim olacak Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli…” Görüldüğü gibi Devlet Bey’in muhalefet etme metodu MHP tabanında da ciddi ciddi sorgulanıyor ve türlü yakıştırmalara sebep oluyor. Gerçekten de Devlet Bey sadece Salı günleri kürsüye çıkarak yazılı bir metin okuyor ve bu şekilde işini yaptığına inanıyor. Söyler misiniz böyle bir anlayışla MHP nereye gider ve halkta nasıl ümit olur?.. AKP halkı inletirken, CHP yükseliyor ama MHP oy kaybediyor. Dün medyaya yansıyan TNS Piar’ın yaptığı son kamuoyu araştırmasında elde edilen sonuçlar bunu gösteriyor.. Ülkücü camia Devlet Bahçeli’ye sitem edip lakap takmayı bırakmalı ve gerekeni yapmalıdır…
NASIL YANİ…Ümük sıkan IMF 10 günde kurtarıcı oldu!Başbakan Erdoğan çok değil 10 gün önce IMF ümüğümüzü sıkmak istiyor ama buna izin vermeyeceğiz dedi mi demedi mi?… Dedi.. Peki o zaman 10 gün sonra yine Tayyip Bey’e ait olan IMF ile anlaşmak üzereyiz beyanı neyin nesidir?.. Görüyorsunuz Erdoğan’ın artık günü gününü tutmamakta ve anlık politika uygulamaktadır. Bu nasıl iştir ki 10 gün önce ümük sıkmak olan şey şimdi kurtarıcı paket oluyor?Anlayamadağım bir başka husus da IMF’ye olan teslimiyettir. Yahu bu IMF ve programı değil midir Türkiye’yi yoksullaştıran ve gelir dağılımında uçurumlar yaratan? Bu IMF değil midir, tarımı tasfiye edip ülke borcunu 6 yılda iki katına çıkaran? Bu IMF değil midir, üretimi stop ettirip işsizliği zirveye çıkaran? Sorarım size böyle bir IMF’ye ülkeyi tekrar teslim etmek neyin nesidir? Hem ülkeyi yani ekonomiyi IMF yönetecekse siz niye varsınız?
SORUMLULUK BİLİNCİ…Olcay ve Hayrünnisa hanımlar!İdeal siyasetçi eşi Olcay Baykal gibi mi olmalı yoksa Hayrünnisa Gül gibi mi diye bir soru sorulsa vereceğim kesin cevap Olcay Baykal olur. Zira hanımefendi, tıpkı Mevhibe İnönü, Berrin Menderes, Nazmiye Demirel, Reşide Bayar ve Nermin Erbakan gibi kendini öne çıkarmayıp bazıları gibi eşine ve hatta ülkeye sorun olmuyor. Buna mukabil Hayrünnisa Hanım, tıpkı Semra Özal ve Rahşan Ecevit misali zaman zaman manşetleri süslüyor ve bu durum da toplumun bazı kesimlerinden tepki alıyor.. Hayır söylemek istediğim elbette kadınların geri plana atılması değil, kastım eşlerin sorumlulukları ve konumunu aşarak siyaset kurumuna zarar vermeleri olayıdır.. Demokratik ülkelerin genelinde eşler gölge gibidir ve geriden takip ederler. Oysa diktatörlüklerde eşler adeta perde gerisindeki lider konumundadır. Örnek mi istiyorsunuz, en çarpıcısı İmelda Markos’tur.

Hiç yorum yok:

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...