Sayfalar

7 Nisan 2008

TASARRUF... AKP...


GEMİ...

Maliye Bakanı Unakıtan, önceki günlerde işverenlere fırça atıyordu:“Sendikalar yürüyor, bilmem ne yapıyor, sizden fazla bir şey çıkmadı. Ses çıkması lazım, ses.”Bakan, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasa tasarısı konusunda işverenlerin hükümeti işçilere karşı yalnız bıraktığını söylüyordu. “İşçiler sokağa çıktı, bizi yalnız bıraktınız, geri adım atmak zorunda kaldık” diyordu, mealen. Sonra da, âdet olduğu üzere, ekliyordu:
“Başka Türkiye yok. Hepimiz aynı gemideyiz!”
Hakikaten mi?
Hepimiz aynı gemide miyiz?
İşçiler ve gemilerBazılarımız peynir ve mısır gemilerini yürütürken, kimilerimiz o gemilerin yapımı sırasında düşüp ölüyorsa, hepimiz aynı gemide miyiz? Çalışma Bakanı ile önceki gün Sedef Tersanesi’nde yüksekten düşerek ölen Ali İhsan Çam aynı gemide mi? “Daha 27 Mart’ta aynı nedenle ölen Yüksel Özdemir’in kanı kurumadan” diyor DİSK üyesi arkadaşları, “Yeter artık” diyorlar. Bu insanlarla AKP’nin Çalışma Bakanı aynı gemide mi? Dünyada gemicilik sektöründe beşinciyiz diye övünen tersane patronlarıyla o tersanelerde gün aşırı ölen işçiler aynı gemide mi? Gemileri batsın, değiller.Anayasa Mahkemesi Türkiye’de sistemi kilitleyecek bir davayı kabul etti. AKP’den savunma yapması bekleniyor. İşçiler ise bu yazı yazılırken sokaklara çıkıyorlar. AKP’den hesap soracaklar. Onlar da bir savunma bekliyor AKP’den.AKP’yi eleştirenlerin hepsi “Darbeciler” gemisine bindirilmeye çalışıyor, malumunuz. Sokaktaki işçi de mi “demokrasi düşmanı”, sorası geliyor insanın.
Diğer tarafta da AKP’ye muhalefet ederken laikliğin insanların karnını doyurmaya da yaradığını sananlar var. Antiemperyalizmi kafasını kuma gömmek ya da avazı çıktığı kadar bağırmak zannedenler var.Darbe-i DeryaAKP’nin neoliberal politikalarını ve “yoksullara yardım” ikiyüzlülüğünü teşhir eden işçilerle o devekuşları aynı gemideler mi?
AKP’yi durdurmak için bağırıp çağırırken sokakların sesini duymayanların gemisi batsın.
AKP’yi eleştirenlerin hepsi aynı gemide değil.
O geminin adı “Darbe-i Derya” değil.
Türkiye’de bir gemi yok, birçok gemi var.
Sular yükselince ayrı yönlere gidecek bir sürü tekne ve yat var memlekette.
Ve gemiyi terk edemeyeceği için ağlayarak ölecek olanlar...
Ufka bakmak lazımAma bizi bir gemiye, tek gemiye bindiriyorlar, öyle görünüyor.
Garip işler oluyor.
Dick Cheney geliyor gidiyor, Kürt meselesi başka bir biçim kazanıyor, Afganistan’a asker gönderilmesi, İran... Bir acayiplikler oluyor bölgede. Ama bizi bir gemiye bindirmişler, bindirip duruyorlar.
Apar topar bir gemiye biniyoruz hep birlikte.
Boğazlaşa boğazlaşa.
Artık ölülerin hesabını bile tutmadan, öyle pespaye.
Ne olduğunu kimse anlamıyor.
Kimse ne olacağını tahmin edemiyor.
Türkiye’yi şu anda kimse yönetmediği gibi,
Türkiye kendi kendini yönetemez hale geliyor.
Artık kendi kendini bilmeyen bir ülke bu. Kimsenin yaptığı tespit yerine oturmuyor, söylenen bütün cümleler bir bacağı kısa bir masa gibi sallanıp duruyor; ne koysanız üzerine durmuyor.
Kafayı kaldırıp etrafa bakmak gerekiyor.
Ece TEMELKURAN / 02.04.2008 Milliyet

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...