Sayfalar

16 Kasım 2007

TOPLUMSAL BİR SAĞLIK FELAKETİ: DİYABET...


Toplumsal Bir Sağlık Felaketi: Diyabet
Prof. Dr. M. Temel YILMAZ Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı.


Birleşmiş Milletler 20 Aralık 2006 tarihli oturumunda, kuruluş tarihinden bugüne kadar üçüncü kez, Tüberküloz ve AIDS'ten sonra Diyabet ile ilgili uyarı kararı aldı.
Birleşmiş Milletler'in A/61/L39/ Rev.1 ve Add.1 61/225 sayılı kararında, "Üye devletleri, Milenyum Gelişme Hedefleri dahil uluslararası önceden belirlenmiş hedefleri göz önüne alarak sağlık bakım sistemlerindeki süreleri gelişmeyle uyumlu diyabetin önlenmesi tedavisi ve bakımı için ulusal politika geliştirmeleri için desteklenmesi gerektiği" belirtilmektedir.
Ayrıca "Tüm üye ülkeleri, hem Birleşmiş Milletler sistemindeki tüm ilgili organizasyonları, hem de gönüllü organizasyonları ve özel sektör dahil, sivil örgütleri, kitlesel iletişim yoluyla diyabet ve ilişkili komplikasyonlar hakkında halkın farkındalığını arttırmak için Dünya Diyabet Günü'nün önemli bir gün olduğunu belirtmiştir" ve 2007'den başlayarak her yıl 14 Kasım tarihinin "Birleşmiş Milletler Dünya Diyabet Günü olarak adlandırılması" kararlaştırılmıştır.
Bugüne kadar yapılan istatistiksel tahminlerin çok ötesinde, dünyada bir epidemik salgın olarak yayılmakta olduğunu göstermiştir.
Dünyada 240 milyon diyabetli, 300 milyonun üzerinde gizli diyabetli (şekerli) hasta yaşamaktadır. Gelecek 20 yıl içinde diyabetin yaklaşık 400 milyon kişiyi doğrudan, dünyada 1 milyar insanı etkilemesi beklenmektedir.
Dünya Diyabet Günü'nde, Birleşmiş Milletler'in tüberküloz ve AlDS'ten sonra diyabet için de bu yönde karar almasını, toplum sağlık perspektifi açısından iyi tahlil etmek gerekir.
Yapılan çalışmalar, diyabetin en yüksek prevalansının özellikle sanayileşmiş ülkelerde olduğunu göstermektedir. Özellikle Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'da diyabet prevalansı dünya ortalamasının üç katı kadardır. Ama bu bilgi kadar şaşırtıcı bir diğer bilgi Afrika, Güney Asya ve Ortadoğu gibi azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde yüzde 200-400'ler gibi baş döndürücü bir hıza ulaşmasıdır.
Diyabetin bu kadar hızlı yayılması ve erken yaşlara kaymasının temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara dayattığı yeni yaşam modelidir.
Televizyon, bilgisayar teknolojisinin yaşamımıza girmesi, otomobil kullanımının yaygınlaşması, giderek daha hareketsiz ve stresli yaşam, fast food tarzı beslenme ile yüksek kalori alımı ve şişmanlık, yeni yaşam modeli olarak diyabetin kökenini aldığı temel etkenlerdir. On yıl öncesine kadar Tip2 hipertansiyonun ya da kalp hastalıklarının diyabetin başlangıç yaşı 40'lı yaşlar olarak alınırken, günümüzde başlangıç yaşı çocukluk ve gençlik çağına kadar, Tip2 diyabette de 10'lu yaş gruplarına kadar inmiştir. Başka önemli bir tehlike, son yirmi yıldan bu yana yapılan çalışmalar, diyabetin organ hasarı oluşturma sürecinin hastalığın klinik başlangıcından uzun yıllar önce gizli şeker döneminde başladığı ve bu dönemin özellikle hızlandırılmış kalp damar hasarları süreci olduğunu göstermiştir. İnsülin Rezistanı Sendromu ya da Metabolik Sendrom olarak da isimlendirilen bu süreç 45 yaş altı koroner kalp hastalığı, hipertansiyon ya da obeziteden sorumlu tutulmaktadır.
Bugün 45 yaş altı koroner hastalığı hipertansiyon ve dislipidemisi olanlar, ailesinde diyabet olan kişiler ve 45 yaş üstü kilo fazlalığı olan herkes, risk altında olarak kabul edilmektedir.
Diyabette riskli grubun tanı kriterleri de henüz tartışmalıdır. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) açlık kan şeker 100 mg/dl'nin üzerinde olan herkesi diyabet adayı olarak kabul etmiştir. Fakat sağlık planlamacılarının yaptığı çalışmalar sonunda açlık kan şekerinde risk sınırının 100 mg/dl olmasının toplumda çok büyük bir kitleyi risk grubuna alması üzerine, tıp tarihinde ilk kez Aralık 2006'da bu sınır 110 mg/dl'ye çekilmiştir. Fakat Amerikan Diyabet Birliği bu sınırı halen 100 mg/dl olarak almaktadır. Yine tokluk kan şekeri 140-199 mg/dl arasında olan herkes gizli şeker (preklinik diyabet) olarak kabul edilmektedir.
Diyabet ve gizli şeker, buna paralel olarak dünyadaki bir numaralı ölüm nedeni olan kalp koroner hastalıklarının, hipertansiyonun ve obezitenin bir numaralı nedeni olarak alınmaktadır. Klinik diyabet sınırı olarak açlıkta 126 mg/dl üstü, toklukta 200 mg/dl değerleri üzerinde konsensüs oluşmuştur. Klinik diyabet, Avrupa'da 20 yaş üstü körlük nedenleri arasında birincil nedendir. Hemodiyalize giren her iki hastadan birisi diyabetlidir. Diyabete bağlı bacak amputasyonları Amerika'da trafik kazalarının önündedir.
Bu nedenle diyabet, günümüzde insan sağlığı için en global tehlikelerden birisidir.
Ülkemizde diyabet, 3 milyonu klinik, 3.5 milyonu gizli diyabetli olmak üzere 6 milyon kişiyi doğrudan ilgilenmektedir. Yıllık direkt harcama 3 milyar YTL'nin üzerindedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile İstanbul, İzmit, Ankara gibi sanayi şehirlerinde prevalansı dünya ortalamasının 2 katına çıkmıştır.
Diyabet tüm dünya için olduğu kadar ülkemiz için de potansiyel bir sağlık felaketidir.

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...