Sayfalar

22 Şubat 2008

ANLAMLI ÇİZİM... YAŞAMIN ÇİZGİLERİNDE BİZ VARIZ...


LAİK EĞİTİM... İnsanı özgürleştiren ve değerli kılan laik eğitimdir...

Fırlatılmış insanı fırlatılmışlığından kurtaracak, ona Sören Kierkegaard'ın deyimi ile "uyan ve insan ol" diyecek yegâne olgu, laik eğitimdir. Laik eğitim sisteminde,a priori olgular şunlardır: "İnsan farklıdır" ve "insan değerlidir".

Felsefe, doğmalara karşı, tarihsel bir varlık alanı olarak, insanın gerçeklerle donatılmasını sağlayarak, laik eğitimi yücelten, onu anlamlı ve değerli kılan vazgeçilmez ortak "insanlık değeri"dir. Felsefe'den korkan laik eğitimden de korkar

Varoluşçu felsefenin başta gelen temsilcilerinden Martin Heidegger 'e göre; insan dünyaya "fırlatılmıştır". Doğduğu sosyal yaşam koşulları üzerinde herhangi bir etkisi, tercihi, düşüncesi olmamıştır. İçine doğduğu sosyal yaşam formu içinde o kadar aciz ve yalnızdır ki, bu ortamın uyarıcılarına çaresiz boyun eğmek zorundadır. Sosyal yaşamın kendisine sunduğu her türlü uyarıcıya karşı savunmasızdır. Orada ideolojiyi, dili, dini, davranış kalıplarını, tutumları kısaca yaşamı öğrenir. Öğrendiğini neden öğrendiğini bilmeden. Yaşadığını neden yaşadığını bilmeden. Düşündüğünü neden düşündüğünü bilmeden. Ve bu tür yaşam ortamından gelen bireyler, toplumu değiştirecek güç ve iktidarı bulduklarında kurgulanmış bir robot gibi koşullandıkları yaşam biçimini genelleştirirler. Gerekçeleri yoktur. Sorgulamaya gereksinimleri yoktur. Çünkü, fırlatılmışlığını keşfedememiştir.
Yaklaşık olarak ergenlik dönemine kadar, içinde bulunduğu sosyal yaşam uyarıcılarına göre form ve biçim alan birey, ilk defa "ben kimim" diye sorar. Ben kimim diye soran birey kendisi ve evren açısından yaşamın anlamını sorgulamaktadır. Heidegger'in ifadesi ile fırlatılmışlığını keşfetmektedir. Birey olmaya çalışmaktadır. Bu sancı içindeki bireyin gereksinimlerini karşılayacak uyarıcılar, sosyal yaşamın içinde bulunmamaktadır. Eğer bulunsaydı, "ben kimim" demesine gerek kalmazdı. Bireyin gereksinimlerini karşılayacak en önemli uyarıcılar eğitim sistemindedir.

İNSANIN İNSANA KÖTÜLÜĞÜ...
Bireyin gereksinimlerine yanıt verecek bu eğitim sistemi özgür eğitimdir, daha doğru bir deyişle laik eğitim sistemidir. Fırlatılmış insanı fırlatılmışlığından kurtaracak, ona Sören Kierkegaard 'ın deyimi ile "uyan ve insan ol" diyecek yegâne olgu, laik eğitimdir. Laik eğitim sisteminde, a priori olgular şunlardır: "insan farklıdır" ve "insan değerlidir".

İnsan gerçekten farklı mıdır?
İnsanlar birbirlerine benzemezler. İnsanlar birbirlerinden farklı düşünüp, olgu ve olayları birbirlerinden farklı algılarlar. İnsanın sosyal yaşamındaki zenginlik ve çeşitliliğinin kaynağı insanın farklılığıdır. Bu farklılıkları, temelde kültürel farklılık, dil farklılığı, bilişsel farklılık, duyuşsal farklılık, fiziksel farklılık olarak ele almak mümkündür. Bu farklılıkların olmadığı bir dünya, insanın her an aynada kendini seyretmesi gibi bir şey olurdu. Bu ise sıkıcıdır. Monotondur. Zevk ve heyecandan uzaktır.
Öyle ise bir insanın, bir başkasını kendisine benzetme çabası insanın insana yaptığı en büyük kötülüktür. Çünkü, yaşam sıradanlaşacak, ritim ve çeşitliliğini kaybedecektir. Öyle ise, insan olmak demek farklı olmak demektir. İnsan değerliliğinin ölçütlerinden biri de, insanın farklılığıdır. Eğer, insan değerlidir deniliyorsa, yapılması gereken şey farklılığı benimsemek, onaylamak ve TEŞVİK ETMEKTİR. İnsan kendisine benzeyeni elbette ki sever, önemli olan benzemeyeni sevmektir. İnsanın amacı, farklı olanı aramak, bulmak, sevmek ve ondan beslenmektir. Bunu laik eğitim yapabilir.

İNSAN DEĞERLİ MİDİR?...İnsan gerçekten değerli midir? "İnsan değerlidir" dendiği zaman kastedilenleri sıralamak analizi kolaylaştıracaktır; İnsan kavramı, zamandan bağımsızdır. Geçmişte, bugün ve gelecekte insan denen canlı, başka hiç ekleme ya da çıkarma olmadan, ön koşul konulmadan değerlidir. İnsan yapmak istemediği hiçbir şeye zorlanamaz, ancak neden sonuç ilişkisi içinde teşvik edilebilir. Bunu ancak laik eğitim yapabilir.
Değişmeye zorlanan insan kendini değerli hissetmez. İnsan denildiğinde soyut bir varlık kastedilir. Sarı, siyah ya da beyaz değildir insan, "Fransız", "İngiliz", "Arap", "Türk", "Amerikalı", "Afrikalı" ya da "Asyalı" değildir insan. Uzun ya da kısa değildir insan. Çirkin ya da güzel değildir insan. İnsan sadece insandır, önce insandır. Düşünen, gülümseyen, başkaları olmadan yaşamayı beceremeyen sosyal bir varlıktır insan. Bu düşünceyi ancak laik eğitim kazandırabilir.
İnsanın farklı ve değerli olduğu anlayışını kazandıracak laik eğitim nasıl olmalıdır, nasıl kurgulanmalıdır? Hiç kuşkusuz önce bilimsel olmalıdır. Yani yanlışlanabilir olmalıdır. Yani, insanı sorgulamaya teşvik etmelidir. Sorgulamak istemeyen laik eğitimi de bilimi de istemez. Ön koşul doğmatik bilgilerle donatılmış beyinler için laik eğitim bir tehdittir.
Laik eğitim, demokratik olmalıdır. Demokratik olmak, saçmalama özgürlüğü değildir. Canım ne isterse onu düşünür onu yaparım diye ahkâm kesmek demek değildir. Demokratik olmak, ön koşulsuz olarak her düşünceyi selamlamak sonra da onu sosyal yaşamın kalitesini artıracak verilerle donatmak yani bilimselleştirmektir. Verilerle bilimselleştirilemeyen bir olgu, anlayış, düşünce laik eğitime zarar verir. Laik eğitime zarar veren, insana ve sosyal yaşamın çeşitliliğine zarar verir. Kuşkusuz burada bilimsel verinin ne olduğu önemlidir. Örneğin, evreni temsil etme özelliği olan 10 bin insana şu soruyu sorduğunuzu varsayınız; laik eğitim kaldırılmalı mıdır? Ve yine buna verilen yanıtın "10 bin evet" olduğunu kabul edin. Bu bilimsel veri mi olacaktır. Hayır, bu bilimsel veri olmaz. Gerekçeleri olmalı. Neden sonuç ilişkisi kurulmalıdır. İnsanın farklı olmaması gerektiğini, benzer olduğunu ve neye benzemesi gerektiğini açıklamalıdır. Peki bunu açıklayabilir mi? Fırlatılmışlığını keşfeden, farklı olduğunu ve değerli olduğunu algılayan hiçbir insan bu soruya, sanırım evet diyemez. O zaman laik eğitime inanmak ve savunmak zorundayız.

ZORUNLU DERSLER SORUNU...
Laik eğitim her insanın gereksinimlerine yanıt vermek zorundadır. Bunu da ders çeşitliliği ile sağlayabilir. Ders çeşitliliğini sağlayabilmenin yolu ise, okul türü çeşitliliği ile sağlanamaz. Türkiye'de 73 çeşit lise olduğu Milli Eğitim Bakanı tarafından dile getirilmiştir. Bu, laik eğitimin önündeki en büyük tehlikelerden biridir. Bu yüzden, okul türü çeşitliliği azaltılarak, ders çeşitliliği artırılmalıdır. Zorunlu derslerin sayısı, seçmeli derslerin sayısından az olmalıdır. Bu şunu gösterir; insan farklı ve değerlidir. Bunu laik eğitim yapabilir. Bu tür laik eğitim özgürleyici, kucaklayıcıdır.
Laik eğitim, felsefi olmalıdır. Felsefe, bilimin (yanlışlanabilir) doğruları üzerinden gerçeğe ulaşmaya çalışır. Bilimsel olmayan bir eğitim sisteminin felsefi olması da beklenemez. Felsefe, dogmalara karşı, tarihsel bir varlık alanı olarak, insanın gerçeklerle donatılmasını sağlayarak, laik eğitimi yücelten, onu anlamlı ve değerli kılan vazgeçilmez ortak "insanlık değeri"dir. Felsefe'den korkan laik eğitimden de korkar. İçinde bulunduğumuz zaman dili, bilimsel ve felsefi düşünce ile dogmatik düşüncenin savaşı alanıdır. Bu düşünce savaşını, normal koşullarda bilim ve felsefenin kazanması beklenir. Ama bilim ve felsefe alanına sızmış olan dogmatik düşüncelerin çokluğu, laik eğitimin geleceği açısından bir tehdit olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tehdit'i ortadan kaldırmanın yolu, bilim ve felsefeye daha çok sarılmak, bilim ve felsefeyi kendi elimizle dogmatikleştirmemek olmalıdır.

KAYNAK/DİPNOT : Mehmet Yapıcı / Bilim Teknik 22.02.2008

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...