Sayfalar

9 Haziran 2008

KİMİN CENAZE NAMAZI KILINMAZ...

BİR Anadolu deyimi: “Et kokarsa tuzlanır!”
Ya tuz kokmuşsa?O günleri yaşıyoruz, tuzun koktuğu günleri...
Düşünün, vali muavini yolsuzluk iddiasıyla tutuklanıyor.Yaşadığımız günlerin nasıl günler olduğunun bundan daha açık bir örneği olur mu?Elbette olmaz, mezar taşında “Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık” olan Turgut Özal “Benim memurum işini bilir!” demişse, bugünlere şaşırmak niye?
ÇOĞUMUZUN ağzında sakız, çiğne çiğne dur:
“Memleket soyuluyor!”Memleket soyuluyor da “soyulanlar” ne yapıyor?
Devlet memuru olan Abdullah Çağlayan, 1940’larda bakın ne diyor, ne anlatıyor:
“Bir soğan soyulurken yaşarır da gözler
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler.”
ALLAH’ı, Kuran’ı, İslamı, Peygamber’i kimselere bırakmayız....
Peki, Hazreti Muhammed’in kamu haklarına, mallarına el uzatanların cenaze namazını kılmadığını bilir miyiz?Ya da daha açık yazalım, şöyle bir cümle:
“Hz. Peygamber, kamunun haklarına, mallarına musallat olanların Kuransal deyimle, gulul (kamu malı talanı) suçu işleyenlerin cenaze namazlarını kılmaz. Bu muhammedi tavır, Türkiye’yi yönetenlere, siyasetçilerimize, kamu mevkilerinin su başlarında bulunanlara, ibadetleri şov aracı yapanlara ithaf olunur.”
Kim söylüyor bunu?Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk...
Yedi yıl önce bunu yazıyor...Başbakan’ın sık sık
“Onlara sormalı” dediği ulemanın buna tavrı, tepkisi ne?
En azından çekimserlik, “acaba” diye kuşku...
OYSA Yaşar Nuri Öztürk, sağlam, ciddi, bilimsel kaynaklar gösteriyor ve örnekleri sıralıyor.
“Hz. Peygamber, kamu malından iki dirhemlik bir miktarı çalan Eşcalı sahabisinin cenaze namazını kılmamıştır.”(.............)
“Bir harp sırasında Hz. Peygamber’e filanca falanca şehit oldu diye tekmil verdiler. O bunlardan biri için şöyle dedi: Hayır! İşte o dediğiniz kişi şehit olmamıştır. Ben onu cehennemin içinde görüyorum. Sebebi de kamu mallarından çaldığı bir giysidir.”(.......)
“Hayber seferi sırasında ölen birinden söz ettiklerinde Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın. Bu sözü duyan sahabilerin yüzü renkten renge girdi. Bunu gören Hz. Peygamber dedi ki: O arkadaşınız kamu mallarından bir miktar aşırmıştı. Sebep işte budur. Bunun üzerine sahabiler ölen adamın eşyasını karıştırıp baktılar; bir de ne görsünler, Yahudilerden ganimet olarak ele geçmiş, bir deri pabucu aşırmış.”
Bu örneklerin kaynaklarını Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” kitabında bulabilirsiniz. (x)
DEVLETİ soyanların cenaze namazını kılmamak...Ne dersiniz, mezarlıklar, son namazı kılınmamış mevtalarla dolar mı?Yaşar Nuri Öztürk yedi yıl önce bunları yazınca mırın kırın edip, lafı eveleyip geveleyenler acaba şimdi ne derler?
Ya da “Yağma Sofrası”nın doymak bilmeyen oburları...
“Bütün bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say
Hasep, nesep, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin efendiler konak, saray, gelin alay,
Bütün sizin bütün sizin hazır hazır kolay kolay.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyuncaya, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.”
BU sofrayı bırakıp cenaze namazını kim düşünür?
Yiyin efendiler, yiyin!
Mal sizin, mülk de sizin, memleket de sizin, devlet de sizin...
Bizler Nuri Bilge Ceylan’ın “yalnız memleket”inin yalnızlarıyız...

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...