Sayfalar

7 Ekim 2006

TUTUCU...

TUTUCU...

Dikkat ettim, bana tutucu insanlar ötekilere göre her zaman için daha dengeli, daha ne istediğini bilen, daha kolay vazgeçebilen, daha kolay birlik oluşturabilen, daha kolay boyun eğebilen ve eğdirebilen ve daha tatminkar görünmüşlerdir. Bir gecemi, bütün şehir uyuduktan sonra, bir balkon serinliğinde buna verdim. Gizliden gizliye o huzurdan benim de nasiplenebilmem derdiyle, kafa yordum gece boyu. Neden böyleydi ve kimdi bu tutucular?.
Bir başka köşede, bir başka kişide olur da aynı nedenle uykusuz kalır diye, önceden sizinle paylaşmak istedim.
Karakteristik bir tutucuyu; geleneksel, kuralcı, zevke karşı, otoriter, cezalandırıcı, etnik özellikleri abartan, militarist, dogmatik, batıl inançlı ve bilimsel gelişmelere kapalı olarak tanımlayabiliriz. Bu özellikler, çoğu kez bir ailenin tüm üyelerinin paylaştığı niteliklerdir. Bazılarına göre taklit, bazılarına göre öğrenme, bazılarına göre de babayla özdeşim, tutuculuğun tüm ailenin ortak davranışı haline gelmesine neden olur.
Tutuculuk, tam emin olamama ve şüpheciliğe karşı geliştirilmiş psikolojik bir savunmadır. Bu kişiler, belirsiz durumlarla(kesin olmayan, karmaşık, değişken, yeni, sapkın, bireysel ve adsız) karşılaştıklarında psikolojik olarak içsel bir tehdit ve bunaltı hissederler. O nedenle yabancı, yeni ve farklı olan herşeye karşı tahammülsüzlük otomatik bir korunma davranışı halinde beliriverir. Korunmanın; bilinmedik, yeni ve farklı olana karşı yapılması ilginç, fakat anlaşılabilirdir. Çünkü yeni olana anlayış göstermek, bir süre sonra o yenilikleri kendi içinde de gerçekleştirmek zorunluluğunu getirecektir. Halbuki kişide; yaşanmış olumsuz olaylara karşı kullanılmış bastırmalar nedeniyle iç denge zaten güç bela tutturulmuştur. Yenilikler karşısında değişiklikler yapmaya kalkışmak, bu dengede kontrol edilemeyecek yeni bir sarsıntı demektir. Böyle bir sarsıntıyı engellemenin ön koşulu, kendi içi ve dışındaki her yeni ve farklı olana hayır demekten geçer.
Aşırı tutuculuk; ayrı düşmek, toplum dışı kalmak korkularına karşı da bir tepkidir. Kişi böyle bir korkuya karşı, sıradan, basit, fakat güvenli olmayı seçer. Tutucunun davranışlarının; kendi içsel gereksinimlerini minimalize etmek ve olaylardaki çözümsüzlüğe karşı duyulabilecek bunaltıdan olabildiğince sakınmak temeli üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Buna ulaşmak için de, kişi hayatını sadeleştirmek, gelecek yaşamıyla ilgili seçim yapabileceği alternatif sayısını azaltmak ve entellektüel dünyasını basitleştirmek ister. Kendi doğruları dışındaki herkese karşı bir uzaklık ve zorunlu beraberlik durumunda da, onlara karşı dışlayıcı bir tutum ve inat bir tartışma şekli geliştirir. Çünkü yabancılara yakınlık, onun basitleştirilmiş, alternatifleri azaltılmış yaşamındaki doğruların çökme ihtimalini getirir. Bu ise, o zamana kadar yaşanmış bütün bir yaşamın yanlışlanma olasılığını taşıdığı için reddedilmelidir.
Tutucu kişilerden bir resim yapılması istense, basit ve şematik figürler yaptıkları, tutucu olmayanların ise tersine karmaşık ve soyut figürleri tercih ettikleri farkedilmiştir. Basitlik tutucuları ötekilerden ayıran temel niteliktir.
Aşırı tutucu kişi, tavır olarak kendisiyle uzaktan yakından ilgili olabilecek herşeyi yaşamın dinamiğinden kopartıp; basit, düzenli ama ille de güvenli bir durum içine sokmak ister.
Belirsizliğe tahammülsüzlük, ahlaki değerlerin yıkılmasıyla savunmasız kalma korkuları, bu psikolojik zeminin temel taşlarıdır. Belirlilik ve açıklık, korkulu bir insan için vazgeçilmez güvencedir. O nedenle tutucu birisi için kurallara ve dogmalara düşkünlük hayati önemdedir. Kişileri grup içi ve grup dışı diye ayırmak ve tam olarak belirlenmiş sosyal hiyerarşi savunuculuğu yapmak toplumsal düzenin ve kişisel güvenin sağlanması için önemlidir.
Tutucularda görülen bir diğer özellik dogmatikliktir. Dogmatikliğin en belirgin yönleri ise; nisbeten dışa kapalı bir entellektüel organizasyon ile gerçeklik konusunda yanlış fakat değişmez inançlara sahip olmak ve başkalarına ve onların fikirlerine karşı tahammülsüzlüktür.
Dogmatikliğin ana motivasyon aracı bunaltıdır. Kişide doğrular, gerçeğin kendisine göre değil, başından beri var olan seçimlere, inanmışlığa ve kendi tarihinde yaptıklarına sadık kalma, ideolojik temellerini değiştirmeme anlayışına göre belirlenir. Gerçek, değiştirici, o nedenle de zorlayıcıdır. İç dinamikleri böyle bir zorlamaya dayanamayacak kişilerin, değişime direnmeleri anlaşılabilirdir.
Her kişinin bir iç dengesi vardır. Şu ya da bu yolla onu diri tutmaya çabalar. Bu dengeyi sarsacak her türlü öğreti, davranış, tutku, tehlikeli olarak algılanır ve ona karşı direnilir.
Sonunda sabaha karşı, aslında her insanın biraz tutucu olabileceğini farkettim. Tutuculuk gerçekte bir ideoloji ya da gelenek değil; öyle görünmekle beraber, çoğu kez insanın kendi içdengelerini tutturmak için yola koyulduğu insani bir savunmadır. Bu savunma bir noktaya kadar olursa hoştur da, çizgiyi aşmaya başlayıp, kişinin kendisini, ailesini ve çevresini bloke etmeye yüz tuttuğu zaman, işte o zaman, kişinin iç dengelerinde önemli sarsılmalar başlamıştır ve patolojik bir sınıra dayanmıştır. Bu durumda kişi, tutuculuğa fazlasıyla sarılıp, bozulan dengeyi yeniden sağlamaya çalışmaktadır.
Hepimiz gençken biraz deli fişek, yaşlandıkça en alasından tutucu oluruz. Hoş, aramızda kimi zaman gençlere taş çıkartacak dereceden özgür yaşlılar da çıkıp, hepimizi kendine imrendirmez değildir. Ama yine de azdır böylesi. Her insanın becerilerini, gücünü kaybetmeye başladığı yaşlılık yıllarında, hissettiği zayıflığa, kendi içsel eleştirisi nedeniyle bozulmuş dengeyi tutturmak için, tutucu olabileceğini ne kadar kabul ediyorsam, gencecik yaşında tutuculuktan yanına yaklaşılmayan insanlarımızı da anlamakta güçlük çekiyorum. Bu gidişle anlaşılan, bir başka gecemi de genç tutucular için harcayacağım.
  • Tahir Musa Ceylan / Aylak bilgi

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...