Sayfalar

15 Temmuz 2010

İlkel Dünya Üzerinde Din...


Batı dünyasıyla İslam arasında gittikçe derinleşen bir uygarlık savaşımı var?..
Haçlı Seferlerinden bu yana, iki dinsel dünyanın pek barışık olmadığı biliniyor. Türklerin dışında bü­tün İslam ümmeti, vaktiyle Hıristiyanların sömürgeleştirdiği toplumlardan oluşur. Uzak Asyadan Afri­kanın Batı ucuna değin uçsuz bucaksız bir coğraf­yanın tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüren Hıristiyanlar, kapitalizmin sanayi uygarlığına ulaştı­lar.
Ne var ki bu işi özellikle İslama düşmanlık olsundiye yapmadılar.
Yeryüzünde hiçbir ırk, soy, ulus, halk, din kapi­talizmin sömürüsünden kurtulamadı; emperyalizm­inin buyurganlığına başkaldıramadı.
Eskimo, Kızılderili, karaderili, Müslüman, Hindu, Budist yeryüzünde kim varsa, Batılının üstünlüğü­ne karşı direnemedi; kapitalizmin evrenselliği, 21inci yüzyıla girerken, Yeni Dünya Düzeniadı altında yer yuvarlağının tüm enlem ve boylamlarında tek ya­şama biçimi olarak dayatılıyor.
Bu durumda temel çelişkiyi İslam ile Hıristiyanlık arasında aramak yanıltıcı olur.
*
Peki, bu dünyada Türklerin durumu ne?..
Çok ilginç...
Tarih sahnesine geç çıkıyor Türkler, İsadan üç yüzyıl önce Orta Asyada boy gösteriyorlar. Üstelik bu tarihte göçebedirler. Oysa tarım, İsadan 8-9 bin yıl önce başlamış, toplumlar yerleşik düzene geçme olanaklarına kavuşmuşlar. İsadan önce 6250 yılında Anadoluda ilk kent kuruluyor. Türkler tarih sahnesine çıktıktan 1000 yılı aşkın bir süre sonra İslamlaşmaya başlıyorlar. 1071de Malazgirt savaşıy­la Anadoluya göç başlıyor. Ancak Türklerin ilginç yetileri var. Bu nitelikleri olmasaydı, Anadolu ve Rumelideki Hıristiyan halkları nasıl egemenlikleri altına alıp Viyanaya dek Avrupayı yüzlerce yıl yönetebilirlerdi?.. Osmanlı İmparatorluğunun yalnız kı­lıç zoruyla yürüdüğünü söylemek yanılgıdır; her askeri gücün arkasında incelenmesi gereken gerçek­ler yatar.
*
Türkler 1453te İstanbulu fethettiler.
Tarihçilere göre İsadan sonra 476 ile 1453 arası, Ortaçağdır. 1453 ile 1789 arası Yeniçağdiye adl­andırılıyor. Çünkü fetihle birlikte Avrupaya kaçan Bizanslı sanatçılar ve bilim adamları Rönesansın itici gücünü Batıda oluşturdular. Yeniçağda Röne­sansla birlikte Reformve Aydınlanma DevrimiBatı uygarlığını yarattı.
Ne var ki Avrupa 1453ten beri İstanbulu unutamadı. Yunanistan için Konstantinopol Megali İdeanın gereğidir. Birinci Dünya Savaşından sonra Batı, fır­satı yakalamıştı. Osmanlı İmparatorluğunun İslam coğrafyasındaki tüm mülkünü paylaşırken Türk­leri Avrupadan kovacak, İstanbulu Müslümanların buyruğundan kurtaracaktı.
Avrupa, İstanbulu 16 Mart 1920de işgal etti.
6 Ekim 1923te İstanbul kurtarıldı.
İstanbulun işgal altında kaldığı yaklaşık 3 yıl, han­gi iki çağın arasındaki parantezdir?..
İstanbul Türklerin eline düştü diye Yeniçağaçı­lıyorsa, üzerinde düşünmek gerekir: Atatürkün İs­tanbulu 1923te yeniden Hıristiyanların elinden kurtarması da yeni bir çağın başlangıcı mıydı?..
Bu soruya yanıt ararken güncel bir olayı da yaşı­yoruz. Ortadoğuda dinler açısından iki büyük kut­sal kent var:
Biri İstanbul...
Öteki Kudüs!..
Dünya Kudüsteki Mescid-i Aksanın altına tünel kazılıyor diye hop oturup hop kalkıyor...
İnsanlık ilkel mi ilkel...
(11 Ekim 1996 tarihli yazısı)
Enhanced by Zemanta

18 Kasım 2008

CHP'de "Değişimin Pusulası": Kara Çarşaf mı?! ...

Geçen salı gazetelerde fotoğraflı bir haber yayımlandı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, İstanbul’da “kara çarşaflı” bir kadına törenle altı oklu CHP rozetini taktı. (Bu konudaki fotoğraf ve haberler, geçen salı günü Vatan’da ve Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın köşesinde yayımlandı.)
Kara çarşafa Baykal tarafından parti rozetinin takılması işlemi, CHP İstanbul İl Başkanı’nın şu sözleriyle tamamlanıyordu: “Üniversitelerde türban özgürlüğü istiyorum!” İl Başkanı’nın AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe sayan ve Parti’nin hiçbir yetkili organında konuşulmayan türbancı tutumu, Baykal tarafından kara çarşafla bayraklaştırılarak onaylanıyordu.
Tüzük ve Program değişikliğine gitmekte olan ve yeni Programını “Değişimin Pusulası” adıyla kamuoyuna açıklayan CHP, anlaşılan kara çarşaf ile gerçek bir değişime imza atıyor... Daha doğrusu Değişimin Pusulası kara çarşaf oluyor. Baykal, CHP’yi çarşaflı başkalaşma noktasına taşıyor.
***
Aslında CHP, 10 Kasım’da kara çarşafa altı ok takma noktasına bir günde gelmedi. Parti, 2003’ten bu yana, adım adım artan bir oranda ve çok açık bir biçimde sağcılaşıyor.
Yapılan 2003 Tüzük değişikliği ile Baykal’ın değişmezliği gerçekleştirildi. Sonra, suçları yalnızca Kurultaylarda Baykal’a oy vermemek olan partililer ihanetle suçlandı, CHP’den uzaklaştırıldı; partililer baskı altına alındı; susturuldu. Geçen yasama döneminde yapılan yasa ve araştırma önerileri işleme konulmadı. Meclis Grubu ve Parti Meclisi, MYK gibi yetkili kurullar da iyice işlevsizleştirildi; siyaset yapamaz kılındı. Kadın ve gençlik kolları çalıştırılmadı. Politika üreten (!) tek kişi artık yalnızca Baykal’dı.
Politikaların yalnızca Baykal kaynaklı olması, tutarsızlık ve çelişkileri de birlikte getirdi. Parti, ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemez duruma getirildi. Anayasadan başlanarak demokratikleşme yönünde öneriler geliştirilmedi; Avrupa Birliği tam üyeliği ve Kürt sorunu başta olmak üzere iç ve dış önemli sorunlar karşısında tam bir politikasızlık sürecine girildi. Geleneksel oy alınan Alevi kesiminin sorunlarına bile sahip çıkılmadı. “Açılımlar”, kara çarşaf açılımına kadar uzandı.
Ekonomi ağır bir bunalıma sürükleniyor; CHP bunalımdan çıkış için kapsamlı ve çözüm üretici hiçbir öneri geliştiremiyor. Parti çarşafa dolanıyor; türban taşeronluğuna soyunuyor!
CHP, kimlik değiştiriyor; AKP ve giderek Saadet Partisi’ne dönüşüyor. Baykal ve yanındakiler, CHP’nin sağcılaştıkça daha çok oy alacağını sanıyor; yanıldıkları, her seçimde yeniden kanıtlanıyor; ama ısrar ediliyor; “sağcı adaylar” aranıyor; yetmiyor; sağa doğru koşu, çarşaf bayrak yapılarak hızlanıyor!
Politika üretemeyen CHP, kamuoyunda, hiç olmazsa “Cumhuriyet’in değerlerini savunan parti” kimliğiyle destek buluyordu. Baykal sayesinde bu işlevini de “tümüyle” yitiriyor. Kendi kendini sıfırlıyor.
***
CHP, 2003 sonrasında kimi köşe yazarı ve TV yorumcuları tarafından sağcılaşmakla, faşizan bir yapıya sahip olmakla, giderek faşistlikle suçlandı. Karşı durmaya çalıştık. Bizleri Parti’den uzaklaştıran Baykal sergilediği tutum ve politikalarla, o yorumları yapanları her gün haklı çıkarıyor!
Çok önemli bir “medya notu” daha var: Yıllardır Baykal’a “şeriat ve bölünme tehlikesi var” gerekçesiyle destek veren köşe yazarları, “şimdi CHP’yi eleştirmeyelim”, “haksızlık olur” diyenler de, izleyebildiğim kadarıyla, bu konuda susuyor! Susabiliyor! Baykal’ın her yaptığına göz yumulursa, Başbakan’ı körü körüne destekleyen medya eleştirilebilir mi? Hâlâ, kara çarşafa Parti rozeti takan, en büyük il başkanı destekçisinin üniversitelerde türbana taraftar olan Baykal ile “velev ki”ci Başbakan arasında dini siyasete alet etme bakımından bir fark kalmadığının farkına varılmıyor mu?
Ya içerdekiler? CHP’nin üst düzey-alt düzey yöneticileri, Parti Meclisi üyeleri, milletvekilleri, varsa gençlik ve özellikle de kadın kolları, bayan milletvekilleri neredeler? İl, ilçe ve belde örgütleri, düz üyeler, CHP’ye yıllarca salt çağdaşlık yanlısı olduğu gerekçesiyle oy verenler ne yapıyor? Ya geçen genel seçimlerden önce yapılan Cumhuriyet mitingleri sonucu aday olup milletvekili seçilen bayanlar?
Kara çarşaf olayı karşısında onlar da sus pus!
Gerçekten çok yazık!
***
Kara çarşafın yakasına altı ok takılması, Cumhuriyetin aydınlığıyla yoğrulmuş değil, tutuculuğun karanlığına saplanmış bir aklın ürünüdür. Milyonların yıllarını verdiği CHP, Cumhuriyetin değerlerinin, demokratikleşmenin, sosyal demokrasinin CHP’si, bu bataklıktan bir an önce kurtulmalıdır!
__________________Yakup Kepenek / Cumhuriyet

ÇARŞAF TÜRBAN ve CHP...

Önce tarihten bugüne CHP’nin halkta nasıl algılandığına dair canlı bir örnek sunalım:Yıl: 1970’lerin ilk yarısı.Adı: Mustafa Önkibar.Lakabı: Alaman Mustafa.Yaşı: 70 civarı.Yakın akrabamız olan Alaman Mustafa çocukları beş vakit namaz kılmasına karşın kendisi namaz-oruç bilmez ve Allah’a inanmazdı ama bütün Kibaroğlu’lar (Önkibarlar) gibi sıkı bir Adalet Partiliydi.Alaman Mustafa bir gün manifaturacılık yapan dedemin dükkanına gelerek şunları söyler: “Osman dayı, ben bundan sonra Halk Partili oldum. Oyumu oraya vereceğim.”Dedem şaşırarak sorar: “Nereden çıktı Halk Partisi’ne oy Mustafa?”Alaman Mustafa: “Yahu etrafıma bakıyorum benim gibi namaz, oruç, Allah nedir bilmeyenlerin tamamı Halk Partisi’nde. E benim ne işim var Adalet Partisi’nde.Yok ben de asli yerime dönüyorum.”Alaman Mustafa o günden sonra ölene kadar oyunu CHP’ye verdi.Kuşkusuz aktardığım anekdot elbette genele endekslenemez ama CHP’nin toplumun alt klasmanlarında algılanışı budur.Avamda CHP dediniz mi, inanca hoşgörüsüzlük ve baskı akla geliyor ya da bazılarının CHP için yarattığı imaj budur.Tabii Cumhuriyeti kuran CHP’nin, devrimlerin kurumlaşması bağlamında üstlendiği zorunlu tarihsel misyon da CHP’yi öyle bir görüntüye sokmuş olabilir.Malum Türkiye’deki kültürel değişim tabandan değil, tavandan başlamış yani cebri olmuş ve bu da avamın doğal tepkisine sebep olmuştur. Çok partili rejimle CHP’ye alternatif olan partiler de bu durumu kullanmış ve hadiseyi reye dönüştürmek istemiştir.Öyle olduğu için CHP, 1946’dan günümüze 1977 Karaoğlan Efsanesi süreci hariç, bir kez olsun tek başına iktidar olamamıştır. (1977’de alınan oy bile, tek başına iktidar olmaya yetmemiş, transferler yapılmıştı)CHP’deki bu açmazı önce Bülent Ecevit görmüş ama tezlerini parti kamuoyuna kabul ettiremeyerek 80 sonrasında o yapıdan kopmuş ve DSP’yi kurmuştur… Ecevit “İnançlara saygılı laiklik” argümanı ile neredeyse tek başına, yani adeta kadro olmaksızın defalarca barajı aşmış ve son olarak da 1999 seçimlerinde birinci olmuştur.İşte Deniz Baykal’ın bugünkü gayret ve çırpınışları da tıpkı Ecevit misali, CHP’yi toplumun kıymet hükümleri ile barıştırılması ya da yanlış anlamaların giderilmesi olarak değerlendirilmelidir.Baykal’ın başı örtülüye ve hatta çarşaflıya CHP rozetini takması alkışlanacak bir tasarruftur ve laik rejimi koruma adına da ülkemiz adına en büyük teminattır.Deniz Baykal, CHP’yi imaj olarak yörüngesinden çıkaran bir avuç jakobene meydan okuyarak, devleti kuran partisini geniş halk kitleleri ile tekrar kucaklaştırıyor.Dahası, CHP lideri taktığı rozetle baş örtüsünü siyasi forma yapıp onu lekelemek isteyenlere de dur diyor ve adeta baş örtüsünün namusunu kurtarıyor.Evet Deniz Baykal, baş örtüsünü bazıları gibi siyasi amaç uğruna istismar etmeyip, samimi olarak sahiplenerek, onun hedefe oturtulmasının ve de düşman bayrağı gibi algılanmasının önüne geçiyor.CHP liderinin yaptığı şey sadece inancı gereği örtünenlere taç takma olayıdır ki bu davranışı sebebiyle Sayın Baykal’ı kutlamak lazımdır.İyi niyetlerinden emin olduğum bir kesim bu yaklaşımı laiklikten taviz gibi görebilir ama emin olun öyle değildir..Tersine Deniz Bey’in yaptığı laikliğikorumaktır..Temiz inançlı kesimi o bezirgan kesimin elinden kurtarmak için bu tür adımları daha da çoğaltmak gerekiyor.Yıllardır yazıyoruz bir kez daha tekrarlayalım, AKP gibi inanç tüccarlığı yapan yapılarla mücadele etmek için kavram üzerinden muhalefet yapmamak gerekiyor. Laiklik, türban dediniz mi emin olun AKP’nin oyu artıyor. AKP’yi vurmak için baş örtüsüne düşmanlık etmeyip, ekonomik çöküşü öne çıkarmak ve AKP’lilerin yaptığı hırsızlıkları deşifre etmek gerekiyor…CHP iki aydır bunu yapıyor ve yaptığı için de yüzde 30’lara doğru yol alıyor.
MHP NEREYE…Bahçeli’ye yeni lakap: SSTelefonda önceki dönem Parlamentoda olan MHP’li bir milletvekili var: “Bizim SS’den ne haber.” Şaşırdım ve sordum: “Kim sizin SS?” Cevap: “Bizim SS canım…” Şaşkınlığım sürüyor: “Dediğini anlamadım…” Cevap yine yok ama ipucu var: “SS’den kastım Salı Siyasetçisidir. Kimdir sadece Salı günleri siyaset yapan?..” Bu sefer anlamamazlıktan geliyorum: “Kimdir?…” Cevap: “Kim olacak Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli…” Görüldüğü gibi Devlet Bey’in muhalefet etme metodu MHP tabanında da ciddi ciddi sorgulanıyor ve türlü yakıştırmalara sebep oluyor. Gerçekten de Devlet Bey sadece Salı günleri kürsüye çıkarak yazılı bir metin okuyor ve bu şekilde işini yaptığına inanıyor. Söyler misiniz böyle bir anlayışla MHP nereye gider ve halkta nasıl ümit olur?.. AKP halkı inletirken, CHP yükseliyor ama MHP oy kaybediyor. Dün medyaya yansıyan TNS Piar’ın yaptığı son kamuoyu araştırmasında elde edilen sonuçlar bunu gösteriyor.. Ülkücü camia Devlet Bahçeli’ye sitem edip lakap takmayı bırakmalı ve gerekeni yapmalıdır…
NASIL YANİ…Ümük sıkan IMF 10 günde kurtarıcı oldu!Başbakan Erdoğan çok değil 10 gün önce IMF ümüğümüzü sıkmak istiyor ama buna izin vermeyeceğiz dedi mi demedi mi?… Dedi.. Peki o zaman 10 gün sonra yine Tayyip Bey’e ait olan IMF ile anlaşmak üzereyiz beyanı neyin nesidir?.. Görüyorsunuz Erdoğan’ın artık günü gününü tutmamakta ve anlık politika uygulamaktadır. Bu nasıl iştir ki 10 gün önce ümük sıkmak olan şey şimdi kurtarıcı paket oluyor?Anlayamadağım bir başka husus da IMF’ye olan teslimiyettir. Yahu bu IMF ve programı değil midir Türkiye’yi yoksullaştıran ve gelir dağılımında uçurumlar yaratan? Bu IMF değil midir, tarımı tasfiye edip ülke borcunu 6 yılda iki katına çıkaran? Bu IMF değil midir, üretimi stop ettirip işsizliği zirveye çıkaran? Sorarım size böyle bir IMF’ye ülkeyi tekrar teslim etmek neyin nesidir? Hem ülkeyi yani ekonomiyi IMF yönetecekse siz niye varsınız?
SORUMLULUK BİLİNCİ…Olcay ve Hayrünnisa hanımlar!İdeal siyasetçi eşi Olcay Baykal gibi mi olmalı yoksa Hayrünnisa Gül gibi mi diye bir soru sorulsa vereceğim kesin cevap Olcay Baykal olur. Zira hanımefendi, tıpkı Mevhibe İnönü, Berrin Menderes, Nazmiye Demirel, Reşide Bayar ve Nermin Erbakan gibi kendini öne çıkarmayıp bazıları gibi eşine ve hatta ülkeye sorun olmuyor. Buna mukabil Hayrünnisa Hanım, tıpkı Semra Özal ve Rahşan Ecevit misali zaman zaman manşetleri süslüyor ve bu durum da toplumun bazı kesimlerinden tepki alıyor.. Hayır söylemek istediğim elbette kadınların geri plana atılması değil, kastım eşlerin sorumlulukları ve konumunu aşarak siyaset kurumuna zarar vermeleri olayıdır.. Demokratik ülkelerin genelinde eşler gölge gibidir ve geriden takip ederler. Oysa diktatörlüklerde eşler adeta perde gerisindeki lider konumundadır. Örnek mi istiyorsunuz, en çarpıcısı İmelda Markos’tur.

14 Eylül 2008

DENİZ FENERİ... DENİZ FENERİ AZ OKYANUS OLSUN...

Deniz Feneri az! Okyanus Feneri lazım bunlara…
Yüzyılın tokadı…
Deniz Feneri.
Bakıyorum yazılıp çizilenlere…
Hep aynı benzetmeler yapılıyor:
"Dindar insanlarımızı kandırarak…" "Temiz duyguları kandırarak…" "Hassas yürekleri kandırarak…" "Vicdanlı insanlarımızı kandırarak…" "Saf Anadolu insanını kandırarak…"
*
Yok öyle!
*
Kendinizi kandırmayın… Saf maf değil, o para kaptıranlar. * Bu dünyada her türlü katakulliye rıza gösterip, öbür dünyayı makbuz karşılığı satın almaya kalkan… Kaç euroysa ödeyip, cennette tapu kapmaya çalışan Şark kurnazı onlar.
*
Üzülmeyin sakın.
*
Gariban şehit çocuklarının yırtık pırtık çoraplarla gezdiği bir ülkede, Mehmetçik Vakfı dururken, Tanzanya'daki yoksullara iftar vermeye çalışıyorsa "vicdan sahibi" Anadolu insanı…
Bırakın dolandırsınlar kardeşim!
*
Sevaptır.
_______________________________ YILMAZ ÖZDİL

2 Eylül 2008

AB'YE GİRMEK, AFRİKALI OLMAK... TÜRK TARIMI...

AB’ye giriş sürecinde kırsal nüfusumuzun % 7 ye inmesi gerekiyor; bu oran şu anda % 35 ler seviyesine indirilmiş durumda.
Kırsal kesimde yaşayan 25 milyona yakın insanımızın 20 milyonu şehirli olmak zorunda.
AB normları asgari bunu istiyor, peki bunu yapabilmemiz mümkün mü? Kente göç etmesi gereken bu 20 milyon kişiye istihdam yaratabilecek yatırımcıyı nerden bulacağız.
Kabaca yapacağımız hesaba göre bir kişinin istihdamı için gereken paranın en az 20.000 Usd olduğu varsayımıyla yola çıkarsak ve bu 20 milyon kırsaldan göçecek nüfusun da yarısı çalışamayacak çocuk desek,
10.000.000 (kişi) X 20.000 (Usd) = 200.000.000.000 (Usd) (Yazıyla; ikiyüzmilyar Amerikan doları) gerekiyor.
Bunun dışındaki diğer 30 küsur maddeyi boş versek bile tarım başlığının neden açılamadığını memleketim insanının görmesi gerekiyor!...
Ha, devleti yönettiğini zanneden kadroların düşüncesi elbetteki bu insanlara istihdam yaratmak değil, varsın Türkiye tarım nüfusunu bu seviyeye indirsin, istihdamı falan da boş verin, bu insanlar da kendini AB değil de Afrika’da yaşıyor saysınlar diye düşünüyorlar. Ama bu ülkenin gerçek sahibi olan bizler, memleketimin gariban halkına bir lokma ekmeği dahi çok gören bu zihniyettekileri elbette deşifre edeceğiz.
Eh halk da derin uykusundan bir nebze olsun uyansın artık.
Hele şu 200 ü bulalım gerisini aramızda da toplarız nasıl olsa... :)
_____________Kaynak: http://menkibeler.blogspot.com/

TANRIYI KIYAMETE ZORLAMAK GEREKİR... İSRAİL..

"Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Evanjelikler, Amerika’da gerçek iktidarı her zaman elinde tutan Beyaz Anglo-Sakson Protestanların (WASP) çatısı altında yer almaktadır. Bunlara göre Mesih’in yeryüzüne yeniden gelmesi için İsrail’in vaat edilmiş toprakları ele geçirmesi ve Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine Süleyman Tapınağı’nın inşa edilmesi gerekir. Evanjelikler bu süreçte Armageddon adını verdikleri bir Kıyamet Savaşı çıkacağına inanırlar. Evanjeliklere göre bu konuda Tanrı’nın keyfi beklenmez."
__________________________ TANRIYI KIYAMETE ZORLAMAK GEREKİR...

31 Ağustos 2008

BEN YAŞAMAKTA OLDUĞUNUZ DÜNYA...

-Merhaba ben yaşamakta olduğunuz dünya
-Ooo merhaba
-İçime ettiğinizin farkında mısınız?
-hönk?
-Evet zamanla işbirliği içindesiniz ve beni ne hale getirdiniz. Dumanlar içindeyim. Ufkumu da deldiniz bravo tebrikler.
-Haklısın yalnız bahanemiz çok büyük. Bu ara bir hükümet mevzusu var başımızda, sonra türban, sonra partilerin kapatılması, kırım Kongo kenesi, sonra yine türban, sonra Ergenekon..
-Sen de sergene kon-Hı?
-Geçin bunları diyorum, bilginiz yok mu bana ne yaptığınıza dair?!!!-
Küresel ısınma gerçekten benimde canımı sıkıyor-Bunun için tek yaptığınız “damlaya damlaya çöl olur” sloganları ile yürümek midir? Buzullar eriyor.
NASA iklim uzmanlarının araştırmalarına göre önlem alınamazsa Kuzey Buz Denizi 2012 yazı sonunda buzdan tamamen arınmış hale gelecek.
Grönland kara parçası üzerindeki buzullar 2007 yazında, yazları tespit edilen erime oranından %15 daha fazla eridi. Çevresel bir çöküş dönemine çoktan girdim, yaşayacak başka dünyanız yok. Yaşadığınız dünyayı atalarınızdan miras almadınız, çocuklarınızdan emanet aldınız. Bunlar sizi korkutmuyor mu? 10 yıldan az bir süre kaldı, geri sayım çoktan başladı evinizin önünü süpürerek başlamak çok mu zor?
-Bu kadar basit değil bunu sende biliyorsun.
-Bilgi sel gibidir, her yere anında hakimiyet kurmalı ve hızla yayılmalısınız.
Çinliler buzulları gözlemliyorlar . Çilianşan Dağı'ndaki Yanglonghi Buzulu'nun 23 yıl öncesinden bu zamana 260 metre çekildiğini biliyor muydun?
-Hayır...
___________________http://www.hafif.org/2

28 Ağustos 2008

GÖZÜNÜ HEP KAPA EMİ...

Herkesin malumu olan bu söz Afrika'dan:
Batılılar geldiklerinde ellerinde incil, bizim elimizde topraklarımız vardı.Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise;Bizim elimizde incil, onların elinde topraklarımız vardı.
(Kenya Kurucu Devlet Başkanı Kenu Kenyattu)

Buda Fakiristan'dan:Arak, Kap ve Kaç Partisi geldiğinde elimizde özgürlük,laiklik,cumhuriyet vardı.Bize, kömür verdiler, aşevinde yemek, torba torba erzak verdiler.Gözümüzü kapayarak tekrar oy atmamızı istediler.Gözümüzü açtığımızda ise, Bizim başımızda türban, yüzümüzde sakal, onların elinde para ve iktidar vardı.
(Fakiristan Cumhuriyeti Vatandaşı Fakir Azgittiuzgittideretepedüzgitti)

5 Temmuz 2008

İNANÇ... (BİRAZ FARKLI GİBİ)....

Sevgili arkadaşlar...
İnanç sahibi olanları çok iyi anlıyabiliyorum...
Fakat bizlerinde anlaşılabilir taraflararımızın olduğunu unutmayın...
Örneğin; İnancımı bıraktığımdan beri, organize dinler ve kendine olan sevgi ve inanç konusunda aşırı talepkar görünen bir Tanrı fikri konusundaki kuşkularımı duyurmaktan çekinmedim...
Mesela şu anda içinde yetiştiğim bir dininin bana öğrettiği Tanrısal ceza ve sonsuz korku ve acı fikirlerinden kurtulmuş olarak, özgür biçimde gayet güzel yaşayabiliyorum...
Hayrıca bir gün bu dünyayı terk etmeye hazırım ve bu konuda bilinmeyenlerden kaynaklanan bir korkum hiç yok artık. Yine sadece kendi vicdanımın sesini dinliyorum ve hala insanın başkalarına yardım etmesi gerektiğini düşünüyorum...
Hille de dinde bulunması düşünülen, iyilik, hoşgörü, sevgi, hak, adalet, kişisel ve çevresel anlamda mutluluk duyduğum/verdiğin birçok özelliğimin bendede var olduğunu biliyorum...
Yani bunun için tek gerekçem ilahi emirler değil, hayatta en değerli bulduğum şey olan 'kendime olan ögüven ve saygı'dır...
Bundan ötesini düşünmem biraz kendime haksızlık olur...
Hepinize saygılar...

...

Ucnokta_aforizma

YETERSİZ KİŞİLİKLER Türk toplumunda, yetersiz kişilikler sürekli olarak en üst noktalara tırmanma "becerisi" gösteriyorlar. Belki her toplumda yetersiz kişilikler vardır ama, hiçbir toplum kendi kötülüğüne olacak biçimde, yetersiz kişilikleri kendi tepesine oturtmaz. Türkiye'de ise her açılan yeni göreve, öncelikli olarak yetersizler talip oluyor. Hatta birileri tarafından önce onlar öneriliyor. Bunun birden fazla nedeni olmakla beraber, en önemli nedeni, görevini doğru dürüst yapmaya alışmış yeterli birisinden, kendisine zararı dokunacağı ya da kendi yetersizliği ortaya çıkacak fobisiyle, işbaşındaki herkesin korkmasıdır. Bu korku da, yetersizlerin, düzenbazların arasında, her kademede gizli bir ittifakın oluşmasına neden olmaktadır. Yetersiz kişiliklerin ortak özelliği, bulundukları yerde kendilerini güvensiz hissetmeleridir. Güvensizliğin nedeni bulundukları yere uygun bir yeterlilik gösterememelerindendir. O zaman şöyle sorulabilir: Kendi yetersizliklerini biliyorlarsa nasıl bu kadar cüretkar olabiliyorlar?. Bunun cevabı şöyle verilebilir: Kendi yetersizliklerini, hiyerarşinin üstündeki başka yetersizlerin gücüne dayanarak ittifak içinde "kompanse" etmeleridir.. Diğer bir nokta da genel olarak bir kişide, yetersizlik belirgin hale gelince, müdahaleciliğin artmasıdır. Bu durumu, gelişmenin hızlı olduğu mesleklerdeki yaşlı kişilerde veya genç tembellerde görürüz. Çünkü, hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanan kişiler en çok bunlardır. Kendilerinde hissetikleri zayıflığın, başkalarına müdahale ederek sözüm ona ortadan kalktığını hissederler. Yetersizliğini farketmiş, ama "ben önemliyim" den vazgeçemeyen herkesin ortak kaderidir bu. Ama dikkat edilirse yalnızca bizim gibi toplumlarda. Çünkü bu toplumların, yetersiz insanı "alaşağı" etme mekanizmaları yoktur. Toplum kişiyi aktif görevden çekmedikçe, kişi kendini var olan dinamik sürece adapte etmeye çalışmaktan çok, klasik müdahalecilikle toplumdaki aktif süreci, sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Peki aktif süreç dışına düşmek niçin bu kadar korku yaratmaktadır?. Bunun temelini toplumsal korkumuzda aramalıyız. Bu toplum, ortak bir bilinç halinde, tek tek bireylerinin yetersiz olduğunu hissedip güçlü bir toplumsal dayanışma içinde bulunmaya ve hep bir ağızdan konuşup hep aynı adımı atmaya zorunluluk duymaktadır. Bu duyguyla, ileriye gidenleri geri çekmek(farklı şeyler söyleyenleri alaya almak ya da modaya ilk uyanları züppe diye damgalamak); geriye kalanları da tutup yanına çekip, kalkındırmak(binlerce dilenciyi asgari ücretle yaşayanlardan bile daha iyi duruma getirmek) birarada ve benzer halde durmak ve sonuçta toplumsal bir "sürü" yaratmak içindir. Bir benzetme yapalım: Bilindiği gibi koyun kurda karşı çok zayıf bir hayvandır ve o nedenle sürüden hiçbir koyun geri kalamadığı gibi ileri de gidemez. Çünkü zayıflık duygusu birleşmeyi ve benzeşmeyi zorunlu kılar. Benzeşmek diyorum, çünkü onlarca beyaz koyunun içinde tek bir siyah koyun varsa kurdun en çok dikkatini çeken de o olur. Bir arada ve benzer olmamak, toplumsal korkuyu, sonuçta da kişisel korkuyu arttırır. Bunun için, yetersizlerin toplumun içine katılma çabaları, toplumsal hantallığı beraberinde getirse bile, toplum tarafından anlayışla karşılanır ve asla dışlanmaz. "Birey"lere karşı yaratılmış bu hoşgörü ortamı, korkulu toplumların ortak geleneğidir. Korkunun temeli önce toplumdadır ve oradan bireye aktarılır. Bunu şuna dayanarak söylüyorum. Dilenciler her zaman toplu yerlerde para toplayabilmektedirler. Sakat bir dilenci, yalnız bir kişiden para istediği zaman genellikle eli boş dönmektedir. Ama insanlar toplu haldeyse sakatlığı ile toplumsal bir "korku" yaratarak ve topluluktaki kişilerin kendi aralarındaki elektriklenmeyi kullanarak ve güçlü bir yardımlaşma duygusu uyandırarak fazla miktarda para toplayabilmektedir. Yani sonuçta kökteki korku yalnız değil, toplum halinde olduğumuzda ortaya çıkan korkudur. Yetersizlere müsade eden de bu toplumsal korkudur. Bu korku nedeniyledir ki, bir arada bulunmak, birbirine sıkı sıkı yapışmak, ileriye gidene ve geriye kalana müsade etmemek ve bunca sıkışıklığın, yapışıklığın içinde, gene de bir toplumsal hiyerarşi yaratmaya çaba göstermek bizim özelliğimizden de öte, tanımımızdır. Dilenciye para verenler gerçekte dilecinin durumunun düzelmesi gibi bir kaygıyla ona para vermezler. Buradaki kaygı, ilahi adalet gözünde, aciz insana yardım etmemiş bir duruma düşerek, onun tarafından(ilahi adalet) dilencinin konumuna döndürülmek korkusu parayı verdiren nedendir. Zaten dilencilerin onca ezilmişliklerinin altında aynı zamanda gizliden tehditkar bakışlı olmalarının nedeni de budur.Yani ilahi adaletin yeryüzündeki insanları sınamalarına, sözümona aracılık eden konumlarının verdiği, gizliden üstünlük duygusu!. Zaten korkulu bir topluma bir de kendi çıkarınıza hizmet etsin diye ilahi korkuyu tehdit olsun diye alet ederseniz, tabi ki çok kolay para toplarsınız. Yetersiz kişilerin el üstünde olduğu bir toplumda her türlü çarpıklığı görmeniz mümkündür. Tahir Musa Ceylan / Aylak Bilgi..

YENİLGİ...

Dünyanın her yerinden herkesin yenileceği bir yer vardır.
Kimilerini yenilgi yıkar , kimileriyse zaferle küçülür, bayağılaşırlar.
Büyüklük, hem yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.
__John Steinbeck__


Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...

Objektifimden... 21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...
21 Ekim 2006 İstanbul Rumeli Hisarı...